Arama

Prof. Uğur Derman
Haziran 9, 2023
Türk hat san’atında celî kavramı - 3
Sesli dinlemek için tıklayınız.

(Bu makâlenin ikinci bölümü geçen hafta neşredilmiştir)

Mermer üzerine hâkkolunacak câmi içi veya dışı yazıları da, kalıbından kömür tozuyla silkilip inceltilmiş kalemle çizilir. Bundan ötesi, mermeri kabartma şeklinde oyacak olan ustanın mahâretine kalmıştır. Müstakîmzâde, XVIII. yüzyıldaki başarısız bir uygulamayı Tuhfe-i Hattâtîn'de şöyle naklediyor (s.467-468): Eğrikapılı Hattat Râsim Efendi'nin (1688-1756) celî sülüs bir yazısı, o sırada inşâ edilmekte olan Nuruosmaniye Câmii'nin kapısı üstünde mermere işleniyorken, taşçıların kötü çalışması yüzünden bu kitâbe çığırından çıkmış, bozulmuş. Yazının iğneli kalıbından silkelenmiş bir örneğinin kendisinde bulunduğunu belirten Müstakîmzâde, mermerdeki hattın sanki başka bir hattat tarafından yazılmışçasına farklı olduğunu üzülerek kaydetmektedir. Bu îzâhat vesîlesiyle, XVIII. asırda "iğnelenmiş kalıb" için sûzenzede, "yazı silkelemek" için de terzîz tâbirlerinin geçerli olduğunu öğreniyoruz.

Şimdi, önceki yazılarımızda sözünü ettiğimiz celî dîvânî hattından bahsetmenin sırasıdır: Îran sâhasında yer almış İslâm devletlerinin resmî yazışmalarında kullanılan kadîm ta'lîk hattı Akkoyunlular (1467-1501) yoluyla Otlukbeli Savaşı'ndan (1473) sonra İstanbul'a gelince, kısa zamanda büyük bir şekil değişikliğine uğrayarak Dîvân-ı Hümâyûn'daki resmî yazışmalarda kullanılmağa başlanmış; bu sebeble dîvânî adını almıştır. Harekesiz yazılan dîvânî hattına mukābil, yine aynı kalem kalınlığıyla, fakat harekeli ve tezyînî işaretlerle doldurulmuş bir kanal hâlinde XVI. asır başlarından beri görülen, ayrıca harf şekillerinde de belirgin farklılıklar kazanan yeni hat nev'ine de celî dîvânî denilmiş; ancak buradaki celî vasfı "iri, büyük" mânâsıyla değil, "âşikâr, meydana çıkartılmış" olarak verilmiştir (Resim 1). Her iki yazı da sâdece Dîvân-ı Hümâyûn'a mahsus kılınmış, dışarıda kullanılmasına –ender istisnâlar hâricinde– müsaade edilmemiştir. Celî dîvânî, bünyesi îtibâriyle girift olarak yazıldığından, her önüne gelenin okumasına, kötü niyetlilerin de harf veya kelimeler arasına bir ilâvede bulunmasına imkân vermez. Böylelikle Osmanlılar'da devlet yazışmaları temînat altına alınmıştır.

Celî hattının tanıtılmasında tamamlayıcı bir vazîfesi olan istif bahsini de bu makāle çerçevesinde incelemek gerekir: Türkçe'de üstüste ve içiçe konularak muntazam bir sûretle dizilen eşya hakkında kullanılan istif kelimesi, hat san'atında da, intizamla sıralanıp üstüste yerleştirmeye uygun yazı cinsleriyle hazırlanmış tertibler için geçerlidir. Terkîb kelimesi de istif karşılığı olarak kullanılır; fakat yaygın olanı istif tâbiridir.

Hüsn-i hat vasfını taşıyan yazılarda aslolan, harflerin veya harf guruplarının satır denilen düz bir çizgi doğrultusunda sıralanmasıdır. Ancak harfin baş, gövde veya üst/alt uzantılarının bu çizgi üstünde yahud altında yer alması keyfiyeti, satır nizâmına göre kāidelerle belirlenmiş olup bu hâl geniş bir zaman diliminde teşekkül etmiştir. Aklâm-ı sittenin ince kalemle yazılan nesih, reyhânî, rıkā' nevileri işte bu nizâma uyularak satır hâlinde yazılır ve buna hattın satıra oturtulması denilir. Satır nizâmında zaruret dolayısiyle, birkaç harf –esas yerine göre– daha üste veya alta alındıysa, bu uygulama istif gibi mütâlaa edilmez (Resim 2).

Aklâm-ı sittenin, ağzı daha geniş kalemle yazılan nevilerinden olan muhakkak ve tevkî' hatları da harflerinin bünyesi îcâbı, daha ziyâde satır nizâmına uygunluk gösterir. Ancak sülüs hattı hem satıra, hem de istife son derecede uyumlu olan yapısıyla dikkati çeker. Hele bu yazının daha büyük boyda yazılan celî sülüs tarzı ile istifin en mükemmel örnekleri verilmiştir. Bunun, karşılıklı yazılarak ortada kavuşan ve müsennâ olarak adlandırılan şekli de istif için aynı derecede elverişlidir.

Sülüs veya onun celî şekliyle istif hazırlanırken, bina inşâsında temelden yukarıya doğru katların yükselişi gibi, harf veya harf guruplarının da kat üstüne kat bindirilerek tertiblenmesine dikkat olunur. Böyle katmerli istiflerde her harf, okunuş sırasına imkân nisbetinde uyularak yerleştirilir. Harf veya harf gurupları sağdan sola doğru sıralanma sâhası dolunca, bir kat daha üstünden yine aynı istikāmette yürütülmeye devam edilir. Buna eski tâbirle yazının teşrîfatı, yahut harflerin takdîm ve tehîrine riâyet adı verilir. Osmanlı Türk hattatları, elif ve lâm gibi dik harflerin aşırı derecede uzaması misâli estetik mahzurların yanısıra, okumada artan güçlüklerden çekindikleri için istifte üç katın fazlasına iltifat etmemişlerdir (Resim 3). Ancak, husûsi bir istif şekli verilmiş olan kısa ibâreler, tarîkat pîri isimleri (Resim 4) ve imza şekilleri bundan müstesnâdır. (Resim 5)'deki Mustafa İzzet Efendi'ye âit imza da çok katlı istife bir misâl teşkîl eder.

Osmanlılar'ın titizlikle uydukları yazı teşrîfatı, anadili Arabça olan müslüman topluluklarında fazla mühimsenmeyebilir. Çünkü onlar bu lisânın unsurlarının sıralanışını bildiklerinden, okumada güçlük çekmezler. Lâkin Osmanlılar arasındaki –anadili Türkçe olan– ittıkā sâhibi ekseriyet, Arabça bilmeksizin Kur'ân-ı Kerîm'i hatâlı okumayı önlemek gāyesiyle istifi kıraat sırasına göre yazmakta olağanüstü bir başarı sağlamışlardır. Buna karşılık, Osmanlı tebeasına dâhil bulunduğu halde, Temîmü'd-dârî sülâlesinden Arab asıllı olan ve hat san'atını İstanbul'a gelip öğrenen Abdullah Zühdi Efendi (ö.1879) gibi mûteber bir üstâdın celî sülüsle yazdığı girift istifleri (Resim 6) çözüp okumak, âyetlerin aslı hâfızasında olmayanlar için hayli müşkilât doğurur; çünkü anılan hattat, bu keyfiyete uymak lüzûmunu –anadili sebebiyle– duymayanlardandır. Kendisinin Sultan Abdülmecid'in emriyle, Medine'deki Hz. Peygamber'in mescidine XIX. asrın üçüncü çeyreğinde -seyredeni imrendiren bir tavırla- yazdığı celî sülüs örnekleri de böyledir; ancak bu husus Arabca'nın geçerli olduğu bir ülkede mahzur sayılmamalıdır. Yine bir Osmanlı hassâsiyeti olarak, yazılan âyetin ilk kelimelerinde İsm-i Celâl mevcudsa, aşağılarda kalıp da diğer kelimelerce çiğnenmesini önlemek üzere, mûtad hilâfına istifin yukarıdan başlanarak tertiplendiği, her hâl ü kârda O'nun en üstte bulunmasına gayret edildiği görülmektedir (Resim 7).

İstif, sülüs ve bilhassa celî sülüsle uğraşanlar için hat san'atında ayrı bir ihtisas konusudur ve celî sülüsün tamamlayıcısı olarak bu san'atın öğreniminde son merhaledir. İstif tatbîkatına, Emevî-Abbâsi hanedanları devrinde celî yazının ibtidâî şekli olan kalemü'l-celîl ile başlandığı akla yakın bir ihtimal olarak gelmekteyse de, o vakitlerden kalan böyle bir eser zamanımıza kadar intikāl etmediği cihetle, kesin bir kanaate varmak imkânı yoktur. Ancak taş veya mermer üstünde görülen kadîm celî sülüs uygulamalarında istifin başarılı veya başarısız örneklerine rastlanır ve o devirlerin hâkim anlayışıyla, elif-lâm gibi dik harflerin imkân nisbetinde biraraya getirilmesi şeklinde bir üslûb göze çarpar (Resim 8).

Bir hattat tarafından ilk defa tertiplenen bir istifi diğer bir hattat alıp da hiçbir değişiklik yapmadan tekrar yazdığı zaman, imza cümlesinde ilk uygulayanı belirtmek gibi bir teâmül yerleşmediği için, istifi ibda' eden hattatın hakkının yendiği bir gerçektir. Bâzı hattatlar yazma husûsundaki büyük kābiliyetlerine rağmen, yeni istifler geliştirmekte verimli olamamışlar, eski tertipleri aynen tekrarlamışlardır. Bu da istifi gerçekleştirmenin ayrı bir kābiliyet istediğini göstermektedir. Ressamlıkla fiilen uğraşmış bulunan Mustafa Rākım, Abdullah Zühdi, Mehmed Fehmi (1860-1915), İsmail Hakkı Altunbezer (1873-1946) ve Halim Özyazıcı (1898-1964) gibi büyük hattatların celî sülüs istiflerinde fevkalâde başarılı olduklarını da bu vesîleyle hatırlamak gerekir.

Celî sülüsde en yaygın istif sâhası olarak mustatil (dikdörtgen), murabba' (kare), dâire ve beyzî (oval), daha az olarak da müselles (üçgen) ve yarım beyzî şekiller kullanılmıştır. Câmilerde -ve bâzan türbelerde- görülen kuşak yazılarından başka, kubbedeki dairevî sâhayı fırdolayı dönerek, sûre veya âyetin başladığı harfle bitiş harfinin birbirine kavuşturulduğu istifler de bu hususta hatırlanacak çeşitlemelerdendir. Ayrıca istif sâhası olarak bâzı hayvan ve bitki şekilleri de denenmiş, kuş (papağan, leylek,) hayvan (aslan), çiçek (lâle, kasımpatı), meyva (armut) gibi tabiattan örneklerin (Resim 9) siluet hâliyle görüntüsü de farklı istif sâhası olarak ele alınmıştır. Bu gibi uygulamalar için tarîkat tâcı (Resim 4) veya sikkesi, câmi, kalyon... şekillerinden başka, zaman zaman bir takım mücerred (soyut) sâhalara da îtibâr olunur (Resim 10).

Resim-yazılarla ilgili –gerçek dışı– yaygın bir kanaati de burada düzeltmek gerekir: "İslâm'ın yeniden putperestliğe yol açmamak üzere resim san'atına uzak kalışı yüzünden, hattatların resim-yazı biçimindeki eserleriyle, bu din mensuplarının resim zevkıni karşılamış oldukları" şeklinde asılsız bir iddia söylenegelir. Halbuki, san'at kültürü bulunmayanlar için hazırlanan, hattâ eskiden baskıyla çoğaltılan basit örnekler bir yana bırakılırsa; bâzıları fiilen resim san'atıyla uğraşan, buna bağlı olarak menâzır (perspektif) kāidelerine de vâkıf bulunan üstad hattatlar eliyle gerçekleştirilen resim-yazılar, yukarda sıralanan hendesî şekillerden daha farklı, değişik istif sâhası aramak arzûsundan doğmuştur.

İstifli yazıları bir kalemde yazmak, hemen hemen mümkün değildir; olursa da, bir takım eksik veya kusurlarının bulunması tabiîdir. Çok sür'atli yazdıkları hâlde, olması muhtemel kusurları asgarîye indirebilen şu müstesnâ isimleri burada anmalıyız: Yukarıda zikredilen Şefik Bey ve son devrin kudretli hattatı Halim Özyazıcı (1898-1964). Bu iki üstâd, Necmeddin Okyay (1883-1976) Hocamızın deyişiyle: "kalemi esîr almış ve yazıyı yenmiş" hüviyetleriyle ilk hatırlanacak kişilerdendir. Halim Hoca'nın ister hafî, ister celî hat olsun, nasıl sür'atli yazdığını; hattâ zaman zaman kalıb hazırlamaya bile lüzum görmediğini şahsen hayranlıkla seyredenlerden biriydim.

Prof. Uğur Derman

(Yazının devamı gelecek hafta…)

RESİM ALTLARI

Resim: 1 – Sultan Abdülaziz verdiği, Sâmi Efendi tarafından celî dîvânîyle yazılmış menşûrdan bir birkaç satır (1289/1872).

Resim: 2 – Celî sülüs hattıyla Mâcid Ayral tarafından yazılan Türkçe bir beyit.

Resim: 3 – Sâmi Efendi'nin celî sülüs kuşağından bir bölüm.

Resim: 4 – Sâmi Efendi'nin Merkez Efendi adına tarîkat tâcı biçiminde tertiplenmiş girift celî sülüs istifi, küplü harfler üst üste getirilmiştir (1317/1900).

Resim: 5 – Ayasofya Câmii'nde ciharyâr levhalarından Hz. Hüseyin isminin altında yer alan Kādıasker Mustafa İzzet Efendi'nin çok katlı olarak istiflediği imzâsı (1275/1859). Okunuşu: "Ketebehû es-Seyyid el-Hâcc Mustafa İzzet imâmu's-sânî li emîri'l-mü'minîn Abdülmecîd Hân".

Resim: 6 – Abdullah Zühdî'nin girift istifle (Talâk sûresi, 2-3) yazdığı celî sülüs zerendûd bir levhası (1273/1857).

Resim: 7 – Hacı Nazif Bey'in bu celî sülüs istifinde Lafza-i Celâli yukarıya almak için yapılan tertib değişikliği görülüyor (1329/1911).

Resim: 8 – Sultan Ahmed Câmii'nin Kāsım Gubârî tarafından istifli celî sülüsle yazılan giriş kitâbesi.

Resim: 9 – Hamid Aytaç'ın celî sülüsle armud biçimindeki "Şefâat Yâ Resûlallah" istifi (1332/1914).

Resim: 10 – İsmail Hakkı Altunbezer "Bu da geçer Yâ Hû" (1359/1941) celî sülüs hattıyla farklı bir istif sâhası bulmuş.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN