İnsanı aklen, ruhen, bedenen terbiye ederek benlik, kimlik, kişilik oluşumunu sağlama konusunda; diğer unsurları bir kenara bırakacak olursak, üç ana kurum var. Toplum zincirinin halkalarını oluşturan aileler, örgün eğitim hizmeti veren okullar, yaygın eğitim rolü üstlenen camiler; birbirlerini destekleyerek ve tamamlayarak, sosyal dokunun hamurunu yoğuruyorlar.
O zaman, demek oluyor ki; camilerin de her yaş ve seviyedeki insan için birer "okul", okulların da her yaş ve seviyedeki insan için birer "cami" olması gerekiyor. Bu ise, söz konusu kurumların; kadrosuyla, mevzuatıyla, müfredatıyla, fiziki altyapısıyla, her türlü eğitim ve öğretim faaliyetlerine uygun olması anlamına geliyor.
Bir başka ifadeyle, ibadethaneler; belirli saatlerde kullanılıp, onun dışındaki zamanlarda kapısına kilit vurulan mekânlar olarak görülmemeli. Kültür ve medeniyet tarihimizin altın çağlarında olduğu gibi; insanın, toplumun ve hayatın merkezi haline gelmeli.
Öte yandan; okulların da dinimizin ve dünya görüşümüzün temel değerleri ile barışık olduğunu görmeliyiz. Yetişme çağındaki çocuklarımızı ve gençlerimizi emanet ettiğimizde; bize ve değerlerimize düşman hale getirilmeyeceklerini bilmeliyiz.
Okulların yaz tatiline girdiği, camilerin Kur'an Kursu faaliyetleri için aktif hale geldiği şu günlerde; bazı noktalara dikkat çekmek istiyoruz. Yakın geçmişte yaşanan örneklerden ve öykülerden yola çıkarak; kaş yapalım derken göz çıkarmamak için, özellikle din görevlilerine yahut diyanet camiasına, oynadıkları rolün hassasiyetlerini hatırlatma gereği duyuyoruz.
DOĞRU DİN
Her şeyden önce, çocuklarımıza ve gençlerimize din öğretecek Diyanet görevlilerinin; doğru bir din anlayışına ve yaşayışına sahip olmaları gerekir. Tarih boyunca, gaflet ya da ihanet sebebiyle üretilmiş hurafelerin ve din cübbesi giydirilmiş örflerin, adetlerin, geleneklerin; pirincin içindeki taşlar gibi, ayıklanıp atılması gerektiği fikri benimsenmelidir.
Arızalı din anlayışı ve yaşayışı yüzünden, başımıza gelen belalar; insanların, mezheplere ve meşreplere karşı mesafeli durmalarına sebep oldu. Sütten dili yananlar, yoğurdu üfleyerek yemeye başladılar; "cami cemaatinden başka cemaat tanımam" sözü, yaygın bir tekerleme haline geldi.
İfrat ile tefrit arasında savrulup duran söylemler ve eylemler; yeni nesillerin, akıllarını ve ruhlarını bulandırıyorlar. Kur'an ve sahih sünnet ekseninde; İslam'ın hem iman, hem amel, hem de tavır bakımından yeniden inşasına ihtiyaç var.
EHİL KADRO
İşte bu noktada; İmam ve Müezzin kadrolarının, etkinlik ve yetkinlik durumları gündeme geliyor. Dini müktesebatlarının yeterli olduğunu kabul etsek bile; pedagojik formasyon konusunda, aynı şeyler söylenemiyor.
Camilerin okul olabilmesi için; ezan okuma yahut namaz kıldırma memurluğunun ötesine geçme zarureti var. Ancak biliyoruz ki; din görevlileri, yetişme sürecinde formasyon eğitimi almıyorlar.
O halde, mevcut kadroları bu amaca uygun hale getirmek için; iyi bir hizmet içi eğitim programı gerekir. Onlara, bir paket program dahilinde; sosyoloji, psikoloji, pedagoji, dil ve anlatım, halkla ilişkiler ve iletişim formasyonu kazandıracak eğitimler verilmelidir.
Şüphesiz, bu bakış açısı; din görevlisi yetiştiren birimlerin ve kurumların mevzuatına, müfredatına da yansıtılmalı. Çocuklara, gençlere, yetişkinlere, yaşlılara dünya ve ahiret rehberliği, önderliği yapacak kişilerin yetiştirilmesiyle ilgili sistem; gözden geçirilip, yeniden kurgulanmalı.
UYGUN ORTAM
Eskiden, camiler külliyeler halinde yapılır; temel ihtiyaçlara cevap verecek muhtelif birimler, bir arada bulunurdu. Mekân açısından, hayatın merkezi; mensupları bakımından, toplumun özü ve özeti olurdu.
Devletin dine ve dindarlara düşman olduğu dönemlerde; ibadethanelerin alanı ve anlamı daraltıldı. Camiler, hayatın merkezi ve toplumun meclisi olmaktan çıkarılıp; "namaz kılınan yer" tanımıyla sınırlandırıldı.
Okullar ise; uzun süre, dine ve dindara kapılarını kapattılar. İnanma ve inandığı gibi yaşama iradesi gösterenleri; fikren ve fiilen, sistemin dışına attılar.
Son yıllarda; devlet ile milletin barışmaya başladığı bir süreci yaşıyoruz. Bir yandan köprüleri kurmaya, yaraları sarmaya çalışıyor; öte yandan, yaşanmışlıkların yansıması olan bir tutukluğu yaşıyoruz.
Artık camilerimiz de okul; okullarımız da cami gibi olmalı. Biri örgün eğitimin, öteki yaygın eğitimin merkezi kimliğiyle; aynı unu elemeli, aynı hamuru yoğurmalı.
Kadroları ona göre yetiştirmeli; ortamları ona göre oluşturmalıyız. Yüksek ve yüce dağların başına doğru uçma niyeti, gayreti içinde bulunan devlet, millet kuşunun; iki sağlam kanadı gibi çalıştırmalıyız.
Ana gövde ise, hiç şüphesiz; anne, baba, çocuklar ve diğer yakınlardan oluşan aile. Çekirdekten fideye, fideden fidana, fidandan ağaca, ağaçtan bahçeye, bahçeden daha ötelere doğru büyüyüp gelişen bir silsile.