Âlemlerin ve içindekilerin rabbi olan Allah; güç ve imkân bileşenlerinden oluşan hükümranlıkları, insanların ve toplumların "hak ediş" durumlarına göre, elden ele değiştirir. Eğer isterse; sebeplerini halk ederek, "en altta" olanların bile yollarını açıp, "en üste" kadar getirebilir.
Geçtiğimiz günlerde, bazı dostların tavsiyeleri üzerine; "Muhteşem Münazaracılar" adlı filmi izleme fırsatı bulduk. Batı toplumlarında, zencilere yapılan insanlık dışı muameleleri yeniden hatırlayıp; vicdan yağmuruna tutularak, gözyaşlarına boğulduk.
Filmin kahramanları; bir sözü, hayat düsturu gibi tekrar edip duruyorlardı. "Hakem Tanrı'dır, kimin kazanacağına O karar verir" diyorlardı.
Kimileri buna, "zamanın ruhu" adını veriyorlar. Kaderin ve kalplerin yönünü değiştirecek, kuvvetli bir rüzgâra benzetiyorlar.
Son yıllarda, yeryüzü büyüklüğündeki satranç tahtasında; böyle bir değişimin, dönüşümün yaşandığını görüyoruz. Güç ve iktidar zehirlenmesinin zirvesine kadar çıkmış küresel şahların, vezirlerin; adım adım, "mat olma" durumuna düştüklerine şahit oluyoruz.
Piyonlar özgüven kazanıp; at, kale, fil oluyor. Dünün galipleri, yarının mağlupları olmaya doğru savruluyor.
Yıldızı parlayan ülkelerin ve toplumların başında; büyüyen ve gelişen Türkiye var. Dinine, devletine, vatanına, milletine, kültürüne, medeniyetine sadık olanlar gönül coğrafyamıza sahip çıkıp yeniden ihya ve inşa etmeyi "namus borcu" bilerek aşkla, şevkle yol alırlarken; dâhili ve harici bedbahtlar, uykularında ve uyanıklıklarında "karabasan kâbusu" görüyorlar.
BATI'YI KORKUTAN ÜLKE
Sosyal ve siyasal aktörlerin yerli yersiz açıklamalarından, medya sektörünün abartılı haberlerinden ve yorumlarından anlaşıldığına göre; Batı devletleri ve toplumları, Türkiye'den iyice ürker ve korkar hale geldi. Günden güne alanı genişleyen ve oranı yükselen "yeni Osmanlı" endişesi; Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın şahsıyla bütünleştirildi.
Temel sebep; asırlardır istedikleri gibi evirip çevirdikleri bu sömürge ülkesinin, kendisine çizilen çerçevenin dışına taşması. Küçük bir adada, karaya oturttukları hasarlı geminin; tamiri ve bakımı yapılmış olarak, dar boğazlardan geçip büyük okyanuslara ulaşması.
Onlar, bu hal ve gidişe; "eksen kayması" diyorlar. Zamane dilini ve üslubunu kullanarak; Türkiye'nin demokrasiden uzaklaştığını ve diktatörlüğe yaklaştığını söylüyorlar.
Gel gör ki; bazı beyanlar, gizli emellerini ya da korkularını açığa vuruyor. Meselenin, insan haklarının ve demokratik kazanımların korunması olmadığını ortaya koyuyor.
Aslında, bu halin ve tavrın; Avrupa'nın, Amerika'nın tamamında yaygın olduğunu biliyoruz. Ancak, ne hikmetse; en çok Fransa'nın çığırtkanlık yaptığını görüyoruz.
Her ileri hamlemizde harekete geçirilip, negatif algı operasyonuna dönüştürülen örneklerden biri olarak; 2016 yılının Ağustos ayında, Le Point dergisi Türkiye'yi manşete çekmiş ve "Batı'yı korkutan ülke" başlığını atmıştı. 15 Temmuz darbe girişimine karşı verilen şanlı sivil direnişe gölge düşürecek eleştirilerle birlikte; "Erdoğan'ın Türkiyesi sizi korkutuyor mu?" başlıklı bir yönlendirme anketi yapmıştı.
2021 yılının ilk günlerinde ise; Fransız gazeteci Pierre Haski, itham mı itiraf mı olduğu anlaşılmayan bir yazıya imza attı. "2020 yılının yükselen gücünü seçmek gerekseydi, tartışmasız bir şekilde, Erdoğan'ın Türkiyesi olurdu" yorumunu yaptı.
Arkasından, bunun bir övgü olmadığını söyledi. Niyetinin, yaklaşan tehlikeye dikkat çekmek olduğunu belirterek; "Yüzyıl önce yok olan Osmanlı'yı, yeniden diriltmeye çalışıyorlar" dedi.
İşin garibi; bu algıyı oluşturan süreci, bizimkiler görmüyorlar. Özellikle muhalif çevreler; Batı ittifakına yandaşlık yaptıkları kadar, devletimize ve milletimize destek olmuyorlar.
ELİNDEN TUTULANLAR
Tarihi olaylar; iyi okunması ve doğru yorumlanması gereken kitaplar gibidirler. Bu dersten icazet alanlar; kendilerinden öncekilerin hatalarını tekrar etmemek için çaba harcar, özen gösterirler.
Kafkas Kartalı Şeyh Şamil, ahir ömründe hacca giderken önce İstanbul'a gelmiş; 15 Ağustos 1869'da, Dolmabahçe Sarayı'nda Sultan Abdülaziz tarafından kabul edilmişti. Karşılarken kendisine elini uzatan Sultan'a; "Bu el bize yirmi yıl önce uzansaydı, şimdi Kafkasya'yı o yönetiyor olacaktı" demişti.
Türkiye, Hristiyan Batı'nın korkulu rüyası olmayı hak edecek şekilde; Türk dünyasına ve İslam coğrafyasına el uzatıyor. Dün "teba", bugün "akraba" hukuku içinde kardeş olduğumuz ülkelere ve toplumlara; bire on, yüz, bin verecek tohumlar atıyor.
Görünen o ki; sınırlar kalkmasa da gönüller birleşecek. Sancak düştüğü yerden kalkacak; ümmetin ümidi, yaşanan bir gerçek haline gelecek.
Bu hayal; dost için "namus", düşman için "kâbus" hükmündedir. Bugün tuttuğumuz "eller", yarın tutunduğumuz "dallar" haline gelir.
Sosyal ve siyasal didişmelerin ötesine geçip, zamanın ruhunu anlamaya ve dinlemeye ihtiyaç var. Bir yanda, fırtınaya karşı kürek çekenler; öte yanda, küresel güçler adına korsanlık yapanlar.
Son günlerde, ayrışma kapışmaya dönüştürülüp; Peyami Safa'nın, "Fatih-Harbiye" kurgusunun ötesine geçildi. Bir roman kahramanının şahsında temsil edilen "simerenya", ete kemiğe bürünüp vücut bulmaya çalışırken; dini kisve olan türban yeniden "siyasi sembol" ilan edildi, akademik bir kurum olması gereken "Boğaziçi" fethin kılıç hakkı "Ayasofya" ile özdeşleştirildi.
Artık, cümle âlem görsün ve bilsin ki; "hasta adam" ayağa kalkıp dikilecek ve dik duracak hale gelmiştir. Türk milletinin ve İslam ümmetinin varisleri; "yitik hazine" hükmündeki kültür ve medeniyet değerlerini bulma, alma ve güncelleyerek geleceğe taşıma yoluna girmiştir.
Evet; armudun sapının, üzümün çöpünün, karpuzun yarığının, kavunun çürüğünün olduğu bir gerçek. Ancak; pirincin içine atılmış beyaz taşlar ve bulgurun arasına katılmış sarı talaşlar, tarihin akışını değiştirmeyecek.
"Türk milletinin ve #İslam ümmetinin varisleri; "yitik hazine" hükmündeki kültür ve medeniyet değerlerini bulma, alma ve güncelleyerek geleceğe taşıma yoluna girmiştir."
— Fikriyat (@fikriyatcom) January 29, 2021
Zekeriya Erdim'in kaleminden...✍️
"Dost için namus, düşman için kâbus"https://t.co/MWuKyzaUIv pic.twitter.com/svAWbb0Z9K
Zekeriya Erdim