Arama

Zekeriya Erdim
Haziran 5, 2021
Var olmanın vacibi
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Âlemlerin ve içindekilerin tarifi, tanımı, tasnifi, algılanması, yorumlanması ve onlardan hareketle hayata dair bir "yol haritası" çıkarılması konusunda; insanlık tarihinin en eski devirlerinden beri devam eden derin ihtilaflar var. Bu yolda gayret gösteren, mesai harcayan, hatta ömür tüketen ilim, fikir ve din adamları; asırlar ve nesiller boyunca, "ortak kabul" çizgisini yahut çerçevesini oluşturabilecek sonuçlara ulaşamamışlar.

Ancak, bizim, kendi istikametimizi belirleyebilmemiz için; parçalar arasında kaybolmadan, bütüncül bir bakış açısına sahip olmamız gerekiyor. Çünkü, "varlık felsefesi"; kişisel, kurumsal, toplumsal ve evrensel hayatımızın bütününe yön veriyor.

Sadeleştirerek, süzerek ifade etmek gerekirse; meselenin üç boyutunun olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi, "varlığın kaynağı"; ikincisi, "var oluşun sebebi"; üçüncüsü, "var olanların ilişkisi" diyebiliriz.

Şimdi, bunları bir nebze açmaya çalışalım. Süreci özetleyip, derde deva olabilecek bir sonuca varalım.

Varlığın kaynağı, yaratıcısı, sahibi, yöneticisi Allah'tır. Başta insan olmak üzere, varlık âleminde bulunan herkes ve her şey; O "ol" deyince olur, "öl" deyince ölür, "kal" deyince kalır.

İbrahim Suresi Ayet 32, 33, 34'te; "Gökleri ve yerleri yaratan, gökten su indirip onunla size rızık olarak ürünler yetiştiren, emri gereğince denizde yüzsünler diye gemileri buyruğunuza veren, ırmaklara da sizin için boyun eğdiren, daimi yörüngelerinde yürüyen güneşi ve ayı sizin için boyunduruk altında tutan, gece ile gündüzü sizin hizmetinize sunan, size kendisinden istediğiniz her şeyden veren Allah'tır" diyor. Verdiği nimetleri saymaya kalkışsak, sayıp bitiremeyeceğimizi söylüyor.

Vakıa Suresi Ayet 63-72 arasında; bu mesajın ve muhtevanın, başka örneklerle teyit edildiğini görüyoruz. "Söyleyin; ektiklerinizi yerden bitiren siz misiniz, yoksa biz mi? Söyleyin; içtiğiniz suyu bulutlardan indiren siz misiniz, yoksa biz mi? Söyleyin; yaktığınız ateşin odununu var eden siz misiniz, yoksa biz mi?" gibi sorularla ve sorgulamalarla muhatap oluyoruz.

Şüphesiz, insan; "Allah'ın yeryüzündeki halifesi" olma yetkisini ve sorumluluğunu üstleneceği için, en güzel ve en mükemmel şekilde yaratılmıştır. Yerlerde ve göklerde olan her şey, emrine amade kılınmış; bunları sevk ve idare etmesini sağlayabilecek üstün vasıflarla, kabiliyet ve kapasitelerle donatılmıştır.

Rabbimizin, Bakara Suresi Ayet 30-31'deki beyanına göre; onun için, meleklere, "Ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım" deyip iradesini ilan etti. Ve bu yüzden, "Adem'e, eşyanın isimlerinin tamamını öğretti".

Var oluşun sebebi; insan için, "iman" ile "isyan" arasında geçecek bir "imtihan" sürecidir. Herkesin ve her şeyin bir rolü vardır; hiç birisi sebepsiz, gereksiz ve boşuna değildir.

Allah(cc), Duhan Suresi Ayet 38-39'da; "Biz gökleri, yerleri ve ikisi arasında olanları bir oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık; onları, ancak ve ancak bir gaye için var ettik" diyor. Devamında ise; insanların çoğunun, bunun farkında olmadıklarını söylüyor.

Var olanların, birbirleriyle ilişkilerinin; "fıtrat" diyebileceğimiz, "yaratılış kanunları ve kuralları" diye özetleyebileceğimiz dengeye, düzene göre olması gerekir. Çünkü, Kamer Suresi Ayet 49'da belirtildiği gibi; "her şey bir ölçüye göre yaratılmıştır" ve âlemdeki hiçbir şey rastgele, tesadüfen var edilmemiştir.

Herkesin herkesle, her şeyin her şeyle; doğrudan ya da dolaylı olarak, ilgisi ya da irtibatı var. Yaratılmışların tamamı; "bütünün parçaları" olarak birbirlerini destekliyor, tamamlıyor, hayatiyetin devam etmesini sağlıyorlar.

Biz, bu yüzden; "herkes için huzurlu ve güvenli olmayan bir dünya, hiç kimse için huzurlu ve güvenli değildir" diyoruz. Sorumluluklarımızın sınırlarını; "evimiz ve ailemiz, ülkemiz ve toplumumuz, dünyamız ve insanlık âlemi" diye çiziyoruz.

O halde, Allah'ın üstün varlık olarak yarattığı, yetkilerle donattığı ve sorumluluk yükleyip "halife" yaptığı kimseler olarak; hem yeryüzünü "cennet" haline getirmenin, hem de "dünya tarlasına ahiret tohumu" ekmenin mücadelesini vermeliyiz. Bunu; yaratılışımızın, var oluşumuzun en temel sebebi olarak görmeliyiz.

Hayatın tembelliği, emekliliği, sorumsuzluğu olamaz. Eli tutan, ayağı yürüyen, gözü gören, kulağı işiten, dili konuşan, akıl-ruh-beden mekanizmaları az çok çalışabilen hiç kimse; gücünü ve imkânını sonuna kadar kullanmadan, pes edip geri duramaz.

İlim ve iman, akıl ve vicdan, güç ve imkân sahibi herkese yakışan; iyilerle bir olup kesintisiz iyilik üretmek, kötülere ve kötülüklere eli-dili-kalbi ile karşı koymaktır. Aktif ve verimli geçirilmeyen, katma değer üretimine tahsis edilmeyen her anı; zarardan ve ziyandan saymaktır.

Madem ki bir "gaye" için yaratıldık; son nefesimize kadar, onun yolunda ve yolcusu olalım. Kervanın dışında yahut gerisinde kaldığımızda; Halid bin Velid(ra) gibi hüzünlenip, "Onlarca savaşa katıldım. Bedenimde yara almamış bir karış yer yok. Cephede ölüp şehit olmak isterdim. Fakat şu halime bakın ki, develer gibi yatağımda ölüyorum" diye hayıflanalım.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN