Asırlardır sırlarını çözmeye, sınırlarını keşfetmeye çalıştığımız mikro ve makro âlemde; muazzam bir "denge ve düzen" var. Yaratılmışların tamamı; birbirlerini destekleyip tamamlayarak, merkezinde insanın bulunduğu varlık hayatını devam ettirme görevi yapıyorlar.
Kader çizgisi üzerinde ilerleyen bu akışa ya da gidişe yapılan yanlış müdahaleler; sistemin bir yanını yahut yönünü bozup, arızalı hale getiriyor. Olmazsa olmaz unsurlardan bazılarını devre dışı bırakarak; hayat trenini rayından çıkarıp, uçuruma doğru götürüyor.
Artık iyice biliyoruz ki; "insanlar madenler gibidir". Yaratılıştan getirdikleri kabiliyet ve kapasitelerin (yeteneklerin) alanları ve oranları; ihtiyaçlarımız kadar farklıdır, çeşitlidir.
Bunlardan bazılarını önemseyip öne çıkarır, bazılarını ihmal edersek; temel ihtiyaçlarımızdan bir kısmını karşılamakta zorlanırız. Hayatımız eksik ya da yarım olur; bizim için var edilen nimetlerin, kimilerinden mahrum kalırız.
İnsanlardan hayvanlara, bitkilerden mikro organizmalara kadar; milyonlarca canlı yaratılmış. Her biri; hem kendi türü, hem de diğer türler için lazım olan özelliklerle donatılmış.
Bunlardan bazılarını yok eder yahut genetiğiyle oynayarak fonksiyonlarını değiştirirsek; canlı dengesi ve düzeni bozulur. Bir yandan, sayısız faydayı engellemiş oluruz; öte yandan, kısa-orta-uzun vadeli zararlar kaçınılmaz olur.
Canlıların üremesi, ölenlerin yerine doğanlar getirilerek kemiyet ve keyfiyet açısından dengelenmesi için; "cinsiyet" yahut "dişilik-erkeklik" özelliği verilmiş. Türden türe farklı yollar ve yöntemler oluşturularak; "eşleşme" sağlanmış, "döllenme" sistemi getirilmiş.
Bunu bozacak ya da engelleyecek her girişim; türlerin varlığını tehlikeye sokar. Başta insanlar ve toplumlar olmak üzere; bu yolun sonu, bütün canlılar için felakete çıkar.
Tüm türlerin temel ihtiyaçlarından olan hava, su, toprak ve güneş; katı, sıvı, gaz diye tasnif ettiğimiz maddelerden oluşuyor. Sağladıkları ortak denge ve düzen; hiç durmayan motor, hiç bozulmayan saat gibi tıkır tıkır çalışıyor.
Herhangi birinin kimyası bozulur, mahiyeti değiştirilir, miktarı azaltılır veya çoğaltılır, aykırı unsurlarla kirletilip zehirlenirse; canlılar önce hasta olur, sonra ölürler. Varlığımızı devam ettirmek için yaratılmış ana unsurlar; son verip yok etmenin sebebi haline gelirler.
Ülke ya da dünya nüfusunu, yeryüzü coğrafyasına dengeli bir şekilde dağıtmak yerine belirli merkezlerde toplarsak; yerleşim yerleri, giderek yaşanmaz hale gelir. Temel ihtiyaçların karşılanamadığı çevre ve ortamlar, hayati tehlike oluşturan olaylar ve durumlar; insanların, yerinden oynamış taşlar gibi yuvarlanıp gitmelerine sebep olur ve sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik sorunlar getirir.
Aslında, dünya nimetleri; herkese yetecek kadar boldur. Ancak, çeşitli sebeplerle meydana gelen dengesiz dağılım yüzünden; kimileri ihtiyaçlarından fazlasını elde ederek "zengin", kimileri de ihtiyaçları kadarını bile elde edemeyerek "fakir" olur.
Bu durum; adalet ve eşitlik dengesinin bozulması demektir. Ekolojik dengenin bozulması yüzünden, kendi ortamında karnını doyuramayan yabani hayvanların şehir merkezlerine kadar inmesi gibi; aç ve susuz kalan insanlar da, doğal sınırlarının dışına çıkarak, ihtiyaçlarını karşılama yoluna gidecektir.
Sonuç olarak; âlemdeki muazzam dengeyi ve düzeni bozarsak, bu bizim en büyük derdimiz olur. Doğal afetler ya da doğal olmayan felaketler halinde; dönüp dolaşıp bizi vurur.
Adına çevre, iklim, salgın, sel, açlık, kuraklık sorunu deriz. İnsan olmaktan çıkar; vahşi hayvanlar gibi birbirimizi yiyip bitiririz.
Yapmamız gereken şey; âlemin ve içindekilerin, "fabrika ayarları" diyebileceğimiz dengesine ve düzenine sadık kalmak. Haddimizi ve hududumuzu aşıp, ilahlık taslamak yerine; yaratılış gayemize ve misyonumuza uygun davranıp, iyi kullar ve halifeler olmak.
En'âm Suresi Ayet 38'den anlaşıldığına göre; yerlerde ve göklerde var olan bütün canlılar, tıpkı insanlar gibi "millet" yahut "ümmet" olma özelliği taşırlar. Her biri, bir yandan kendi yaratılış kanunlarına ve kurallarına göre yaşar; öte yandan, varlık âleminin "evrensel kanunlar ve kurallar" bütününü oluştururlar.
Bize düşen; bu iç içe geçmiş sistematik yapının sırlarını çözmek, sınırlarını keşfetmek. Kişisel, kurumsal, toplumsal hayatımızın bütününde; "sırat-ı müstakim"(en doğru yol) üzerinden gitmek.
Hakka ve hakikate yönelme yahut dünyayı ve içindekileri koruma-kurtarma sürecini kendimizden başlatıp; önce "ben" olmalıyız. Sonra, ortak doğrulara ve değerlere sahip olanlarla birleşip bütünleşerek; "biz" olma bilincine varmalıyız.
Üçüncü adım; "onlar" diye tanımladığımız kitlelere yönelmek. Âl-i İmran Suresi Ayet 110'daki tarife uygun davranarak; iyiliği emredip kötülüğü yasaklayan "en hayırlı ümmet" haline gelmek.
Zekeriya Erdim