Kelime ve kavramların bir "kendileri", bir de "akrabaları" vardır. Her biri, soyuyla ve sülalesiyle birlikte ele alındığı zaman; daha fazla anlam ve değer kazanır.
Onun için, bütünlüğü koruma açısından; "anlam haritası" önemlidir. Algı dünyamızın ihtiyacı olan mesajın ve muhtevanın; enini, boyunu, derinliğini, yüksekliğini, ana güzergâhını, yan yollarını gösterir.
Öte yandan; insanlar, kelimelerle ve kavramlarla düşünürler. Onları davranışlara dönüştürür; hayatlarına şekil ve istikamet verirler.
Anlam daralmaları, hayat ve hareket alanımızı da daraltır. Kaymalar, kaybolmalar ise; gözümüze ve gönlümüze perde çeker, ufkumuzu karartır.
Bu bağlamda, aynı zamanda Allah'ın isimlerinden biri olan "adâlet"; dokunduğu yeri düzene sokan "sihirli değnek" gibidir. İnsan ve toplum hayatının sorularına cevap verme, sorunlarına çözüm üretme konusunda; "anahtarların anahtarı" veya "formüllerin formülü" denebilecek kadar öncelikli ve önemlidir.
Ayetlerde ve hadislerde; "denge, düzen, denklik, eşitlik, doğruluk, dürüstlük, takva, tarafsızlık, gerçek, hakka ve hakikate uygunluk" gibi anlamlarda kullanılmıştır. İnfitâr suresinin 7 ve 8. ayetlerinde; insanın fizyolojik ve fizyonomik yapısındaki uyum, ahenk ve estetik görünüm de adâlet kavramıyla tanımlanmıştır.
Tin suresinin 4. ve Şems suresinin 7. ayetlerinde ise; insanın ruhi ve manevi yapısında bulunan uyum, ahenk, denge, düzen özetlenir. Bu durum; adâlet kavramının anlam haritası içinde yer alan "ahsen-i takvim" tabiriyle dile getirilir.
Araf suresinin 159. ve 181. ayetlerinde; adâletin ölçüsü ya da dayanağı, "hakkaniyet" olarak tanımlanır. Hidayete hak sayesinde ulaşılır; adâlet de hakka uymakla sağlanır.
Bakara suresinin 143. ayetinde geçen ve İslâm toplumunun temel özelliklerinden biri olarak zikredilen "vasat ümmet olma" ifadesi; tefsir âlimleri tarafından, "adil olma" şeklinde yorumlanmıştır. Allah indinde, insan için en üstün makam olan "takva" erdemine erişmek; "adil olma" şartına bağlanmıştır.
Bu yükselme, ilerleme, tedrici tekâmül esasına göre kemale erme sistematiği; diğer insanlarla birlikte, peygamberleri de içine alır. Şûrâ suresinin 15. ayetinden anlaşıldığına göre, Hz. Peygamber(sav)'in "adâlet" sıfatını kazanabilmesi; "tebliğ ve temsil görevini yerine getirmesi, insanların keyfi arzu ve isteklerini hesaba katmadan ilâhî emirlerin gösterdiği yoldan yürümesi, Allah'ın daha önceki kitaplarda da bildirdiği ebedî gerçeklere inanıp iman etmesi" gibi şartlara bağlanır.
Eflatun'dan beri devam eden, İslâm ahlakçıları tarafından da bazı değişikliklerle kabul edilen bir görüş var. İnsanın "düşünce, öfke, şehvet" gücünden "hikmet, şecaat, iffet" faziletlerinin doğduğunu; adâletin ise, bu üç faziletin gerçekleşmesiyle kazanılan ve hepsini içine alan "en temel fazilet" olduğunu söylüyorlar.
İmam Gazzâli'ye göre; Hucurat suresinin on beşinci ayetinde, bu temel faziletlere işaret edilmiştir. İslâm ahlâk literatüründe, ilk üç fazilet için zaman zaman farklı terimler kullanılmış; fakat, dördüncü fazilet daima "adâlet" olarak isimlendirilmiştir.
İslâm düşünce geleneğinde; adâletin akrabaları arasında "eşitlik" de vardır. Kısaca; "ortak hakların ve sorumlulukların âdil dağılımı" şeklinde tanımlanır.
Aristo; "Her fazilet, ifrat ve tefritten oluşan iki rezaletin ortasıdır" der. İbni Sînâ ise; adâletin, "zulüm ve inzilam (zulme boyun eğme) diye adlandırılan iki rezaletin ortası" olduğunu söyler.
Allah'ın adaleti; var ettiği her şeye, varlık âlemi içindeki yerine ve önemine göre "tamlık" ve "mükemmellik" kazandırmasıdır. Kulun adâleti ise; kendisinden ve yakın çevresinden başlayarak, bu mükemmel dengenin ve düzenin devamını sağlamasıdır.
Bir başka ifadeyle; âlemin ve içindekilerin yaratılışında mevcut olan "âdil düzen" ya da "harika nizam" sistematiğinin, insan ve toplum hayatına da uygulanması gerekir. Bu ise; Kur'an ve Sünnet müktesebatı içinde yer alan, İslâm kültür ve medeniyetinin ruhunu oluşturan "adâlet" ilke ve prensiplerine uygun olarak yaşamak demektir.
Âleme nizam veren "ilk inayet" sırasında; yaratılmışların en üstünü olan insan da "sırat-ı müstakim" üzere yürüme ve "sâlih amel" işleme kabiliyetiyle, kapasitesiyle donatılmıştır. Böylece; huzurlu ve güvenli bir toplum düzeni kurmak, sağlık ve afiyet içinde yaşanabilecek bir dünya denklemi oluşturmak mümkün kılınmıştır.
Bize düşen; varlık âleminin terkibini oluşturan formülü bulmak. Genelde dünya ile ahiret, özelde insan ile diğer yaratılmışlar arasında; adâlet ilkelerine uygun bir denge ve düzen kurmak.
Her birimiz, hakka ve hakikate uygun yaşama seferberliğini; evimizden ve ailemizden başlatabiliriz. Zamanla halkaları birleştirip, herkesi ve her şeyi içine alacak bir "adâlet dairesi" oluşturarak; bu bahtiyarlığı, cümle âleme yaşatabiliriz.
Bizim âdil olmadığımız, elimizin eriştiği yerlerde uygulamaya koymadığımız bir dünyada; başkalarından adâlet beklememiz âdil olmaz. En temel faziletin çiğnenip yok edildiği bir çağda; kapımızı çalacak erdem de, erdemli insan da bulunmaz.
"Yangında kurtarılacak ilk şey" gibi, önce adâleti kurtaralım. Yaratılışımızda mevcut olan iyilik, güzellik, doğruluk, dürüstlük potansiyelini ortaya çıkarıp; herkes ve her şey için "cennet" olabilecek bir dünya düzeni kuralım.
Bunun şifreleri, kotları; tarihi ve kültürel geçmişimizde var. Sadece insanlar değil, bütün mahlûkat; huzurun ve güvenin hamiliğini yapacak, "hayırlı bir ümmet" bekliyorlar.