Ürünlerin ya da hizmetlerin reklamını, tanıtımını yapan kişiler ve kurumlar; önce, alanla ve konuyla ilgili geniş bilgi toplarlar. Sonra, o bilgileri öncelik ve önem sırasına koyup amaca uygun sembollere, sloganlara dönüştürerek ilgililere sunarlar.
Buna, "kalemin ucunu sivriltmek" denir. Mesajın ve muhtevanın süzülmesi; en kolay ve en etkili bir şekilde anlaşılabilecek kalıplara dökülmesi anlamına gelir.
Ayrıca, dilimizde "odaklanmak" diye bir deyimin olduğunu biliyoruz. Dağınıkken, sadece ısıtan ve aydınlatan güneş ışınlarının merceğin odağından geçirildiğinde, yakıcı bir ateşe dönüştüğünü görüyoruz.
Genelde her bir insan, özelde sahip olunan her türlü imkân; "kalem" gibidir. Adına "ömür" dediğimiz dünya hayatının hasılatı ise; kendi hikâyemizi, romanımızı yahut destanımızı yazacağımız "amel defteri" olarak tarif edilir.
Onun için; eskiden beri, kalem ile insan arasında yakın ilgi ve irtibat kurulmuş. İlahi kökenli kutsal metinlerde, beşeri kökenli vecizelerde; bu ilişkiyi ifade eden mesajlar verilmiş.
Kur'an-ı Kerim'de; adı "Kalem" olan, "kaleme ve yazdıklarına yemin" ile başlayan özel bir sure var. Vahiy sürecinin başlangıcı olduğu bilinen "Alak" suresinin ilk ayetleri; "okuma, öğrenme ve kalemle yazma" eylemlerinden söz ediyorlar.
Peygamber (SAV) Efendimizin; "Allah'ın önce kalemi yarattığı ve her şeyi yazmasını emrettiği" şeklinde bir beyanının bulunduğu biliniyor. Dini kaynaklarda; âlemdeki nesnelerle, olaylarla ilgili ilahi ilmin ve iradenin kayıtlı olduğu kitaba yahut deftere "levh-i mahfuz" deniliyor.
Anlaşılan o ki; Allah'ın kalemi, yazması gereken her ne varsa yazıp bitirmiş. Biz kulların kalemlerine ise; kıyamete kadar yazma yetkisi ve sorumluluğu verilmiş.
Hayatımızın bütün alanlarında doğrudan ya da dolaylı olarak kalem var. Şarkılar, türküler, şiirler, hikâyeler, atasözleri, vecizeler; hep ondan söz ediyorlar.
Bir atasözümüz, "Kalem kılıçtan üstündür" diyor; başka bir atasözümüz, "Âlim unutur kalem unutmaz" mesajını veriyor. Meşhur türkülerimizden biri; "Kurban olam kalem tutan ellere" diye başlayıp, "Kâtip arzuhalim yaz yâre böyle" diye devam ediyor.
Bir konuyu, olayı, durumu yazılı hale getirmeye; "kaleme almak" diyoruz. İyi, güzel yazabilenlere; "kalem ehli" adını veriyoruz.
Yazıları ile insanları derinden etkileyebilenler, toplumları bir hedefe yönlendirebilenler; "kaleminden kan damlayan kimseler" olarak anılıyorlar. Bir idam fermanını imzalamak zorunda kalan hâkimler, yargıçlar; üzüntülerini, "kalemi kırmak" deyimi ile tanımlıyorlar.
İbni Sina'ya göre; "Aletlerin en faydalısı kalemdir ve bir şişe mürekkep, bir külçe altından daha değerlidir". Napoleon Bonaparte'a göre ise "Dünyada iki büyük kuvvet vardır ve biri kılıç, diğeri kalemdir. Fakat, er ya da geç kalem kılıca galip gelir".
Balzac; "başkalarının kılıçla başaramadığı şeyi, kendisinin kalemle başaracağını" söyler. Kanuni Sultan Süleyman, kalem ehlini kılıç ehline benzeterek; "Onların kılıcı, sizin kaleminiz bize güç veriyor" der.
Malala Yusufzay; kalemin gücünü, başka bir şekilde ifade etmiş. "Bir çocuğun, bir öğretmenin, bir kitabın, bir kalemin tüm dünyayı değiştirebileceğini" belirtmiş.
Seyyid Kutub'a göre; "Kalem sahipleri, büyük işler başarabilir". Ancak; "Kalemle yazdıklarını, kanlarıyla ve canlarıyla beslemeleri gerekir".
Harley Davidson; "Hayatınızın hikâyesini yazarken, kalemi başkasının tutmasına izin vermeyin" diyor. James Jenkins ise; "Silgimiz kalemimizden önce bitiyorsa, bunun fazla yanlış yaptığımız anlamına geldiğini" söylüyor.
Eskiden beri, biliyoruz ki; odunu kaleme dönüştürmek için gövdesinin yontulması, içine de kil ve grafit maddelerinden üretilen bir özün yerleştirilmesi gerekir.
Sıra yazmaya geldiğinde, ucunu sivriltme ihtiyacı vardır. Onun için de bıçak yahut kalemtıraş denilen aletler kullanılır.
Şüphesiz; kalemi tutacak sağlam bir el, eli yönetecek güçlü bir beyin olmalı. İçimizi dökmek için temiz bir sayfa yahut defter bulunmalı.
Ayrıca alfabeyi öğrenmiş, güzel yazı yazma eğitimi almış olmalıyız. Meselenin dili, üslubu, mesajı, muhtevası da var; ne yazacağımızı ve nasıl yazacağımızı bilmeliyiz.
Bütün bunlar gösteriyor ki; "kalem ile yazmak" çok yönlü ve uzun soluklu bir hazırlığı gerektirir. Öte yandan; ancak hayatı ve içindekileri doğru anlayıp yorumlayabilenler, "okunmaya değer şeyler" yazabilir.
Sonuç olarak; dünya defter, ömür mürekkep, biz kalem gibiyiz. Gücümüzü, imkânımızı, kabiliyetimizi, kapasitemizi kadim değerler, doğrular yahut öncelikli ve önemli hedefler istikametinde kullanmayı başarabilirsek; güzel hikâyeler, romanlar, hatta destanlar yazabiliriz.
Umulur ki, arkamızdan gelenler okurlar. Belki filmini çekecek, belgeselini yapacak kadar değerli bulurlar.
Daha da önemlisi; amel defterimiz, ahiret âleminde bize yar olur. Sevaplarımız ağır gelir de, sağ taraftan sunulur.
Zekeriya Erdim