Sözlüklerde, "maarif" kelimesi; "bilgi, kültür, eğitim, öğretim" diye tarif ediliyor. Aynı kökten türemiş "marifet" ise "hüner, ustalık" diye özetleniyor. Maarifin tezgahında dokunup, marifet mertebesine ulaşan kimselere "ilim, irfan sahibi" diyoruz. Ayrıca "bilge kişi" sıfatı verip fikrine, zikrine itibar ediyoruz.
Hayatın bütün alanlarına kadro yetiştiren, insanın ve toplumun benlik-kimlik-kişilik altyapısını oluşturan maarif hizmetlerinde yahut çalışmalarında, maksadın hasıl olup olmadığını anlamak için sonuçlarına bakmamız gerekir. Bu da kime ne kadar marifet kazandırıp kazandıramadığını görmek anlamına gelir.
Her zaman olduğu gibi bugün de çok sayıda, resmi ya da özel, örgün veya yaygın eğitim kurumu var. Hepsi kendi metot ve usullerine göre insanlara dokunuyor, hayatın hal ve gidişini şekillendiriyorlar. Allah'ın verdiği kabiliyeti ve kapasiteyi keşfedip ortaya çıkarabilir, geliştirip işe yarar hale getirebilirsek maarifi marifete dönüştürmüş oluyoruz. Toprağın cinsine göre ekin ekip ağaç diken çiftçi misali; bire on, yüz, bin alıyoruz.
Çünkü Peygamber(sav) Efendimiz'in beyanına göre "İnsanlar madenler gibidir". İhtiyaçlar farklı ve çeşitli olduğu gibi potansiyel imkanlar da farklı ve çeşitlidir. Fıtratımızda mevcut olan her yetenek, bir ihtiyacın karşılığıdır. Her maden, yapısal özelliklerine uygun olan yerlerde kullanılarak değer kazanır.
Maarifin görevi, cevheri keşfedip mücevhere dönüştürmektir. Her bir ferdi, kendi madenine göre yetiştirip "meslek erbabı" yahut "marifet sahibi" olacak hale getirmektir. Osmanlı döneminde, devlet adamı yetiştiren mekteplerde bile herkese, yatkın olduğu alanlarda, özel eğitim verilirdi. Padişahlar, vezirler, paşalar ya bir "sanat", ya da bir "zenaat" dalında "usta" olacak hale getirilirdi.
Atalarımız, bunun gereğini ve önemini veciz bir şekilde özetlemişler. "Eğer varsa hünerin, her yerde vardır yerin" demişler. İnsanlar, okuyup diploma alıyorlar ama marifet ehli olamıyorlarsa maarifin maksadı hasıl olmuyordur. Emekler boşa gidiyor, attığımız taş yerini bulmuyordur.
Rahmetli Cemil Meriç, "Marifetlerin marifeti, kendimizi tanımaktır" demiş. Böylece maarifi marifete dönüştürmenin ana unsurunun insan olduğunu söylemiş. Çünkü insanın kabiliyeti ve kapasitesi ne kadar iyi keşfedilir, geliştirilir, katma değere dönüştürülürse yaşadığımız hayat o kadar anlamlı, değerli, olumlu, verimli olur. "Nefsini bilen Rabbi'ni bilir" mealindeki hadis-i şerifin işaret ettiği gibi eserden müessire giden hak ve hakikat yolu bulunur.
Bu noktada, Yunus Emre'nin meşhur dizeleri de hatırlanmalıdır. "İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir / Sen kendini bilmezsen / Ya nice okumaktır" sözlerinin manasına, maksadına vakıf olunmalıdır. Hz. Ali(ra) "gayret" ile "marifet" arasındaki ilişkiye dikkat çekmiş. "Sıradan bir adamın elinden geleni yapmaya çalışması, sıra dışı bir adamın tembelliğinden iyidir" demiş.
Buraya, milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un konuyla ilgili beyanını da ilave etmek yerinde olur. "Eğer sizde deha varsa, çalışkanlık bunu geliştirir yoksa, onun yerini doldurur". Henry Ford'un annesi, "İnsanın kendi kaderini kendisinin çizdiğini" söylermiş. Devamında ise "Yaratan'ın sana verdikleriyle en iyisini yapmalısın" dermiş.
Descartes'e göre "İnsan beyni, sahibinin ihtiyaçlarından daha fazla gelişmiş bir araca benzer". Andre Gide, "Yapabileceğimiz her şeyi yapsaydık, şaşkınlıktan aklımız başımızdan giderdi" der.
Benjamin Disraeli, "Yeteneksiz insan olmadığını, sadece iyi eğitilmemiş ve doğru yönlendirilmemiş insanlar olduğunu" söylüyor. Cenap Şahabeddin, "Dünyada birçok kabiliyetli kişiler, küçük bir cesaret sahibi olamadıkları için kaybolup gidiyorlar" diyor.
Thomas Edison'a göre "En iyi dost, bizdeki en iyi yönleri ortaya çıkaran kimsedir". Hüseyin Nihal Atsız'a göre ise "Yüksel ki, yerin bu yer değildir / Dünyaya gelmek hüner değildir".
Edmund Spenser "Vücudun bahçe, niyetin bahçıvan olduğunu" söylemiş. Mark Twin, "İyi bir kafaya sahip olmak yetmez, mesele onu iyi kullanmaktır" demiş.
Ovidius'a göre "Bir milletin büyüklüğü, nüfusunun çokluğu ile değil, akıllı ve faziletli insanlarının çokluğu ile belli olur". İnsanlık, tüm dertlerinden aklın aydınlığı, ahlakın yol göstericiliği sayesinde kurtulur.
Sonuç olarak örgün ve yaygın eğitim kadrolarının ve kurumlarının amacı, "Maarifi marifete dönüştürmek" olmalıdır. Kişisel, kurumsal, toplumsal ve hatta evrensel menfaatlerimiz, maslahatlarımız için her bir ferdin fıtratında mevcut olan kabiliyetlerini ve kapasitelerini keşfetmenin, geliştirmenin, katma değere dönüştürmenin yolu bulunmalıdır.
Aksi taktirde kendi elimizle kendi neslimizi heba ediyoruz demektir. Hünersiz insan yetiştirmek; işlerin görülememesi, ihtiyaçların giderilememesi anlamına gelir.
Zekeriya Erdim