ABDULLATİF EL- BAĞDADİ VE TIBBİ GÖRÜŞLERİ (565-628/1170-1230)
(I)
Muvaffakuddin Ebu Muhammed Abdullatif İbn Yusuf İbn Muhammed İbn Ali İbn Ebi Sa'd (Es'ad) el-Bağdâdî, İslâm dünyasının yetiştirdiği büyük filozof, edip, dilci, mütekellim, muhaddis, tarihçi ve aynı zamanda önemli bir tabiptir. Bağdad'ta doğup büyüyen el-Bağdâdî, aile kökeni itibariyle aslen Musulludur. Ayrıca İbnü'l-Lebbâd olarak da tanınan Abdullatif el-Bağdâdî, ilmi tecrübelerini geliştirmek için, genç sayılabilecek bir yaşta İslâm dünyasında ilim tahsili ve ilim adamlarıyla görüşmek, bilgi alış verişinde bulunmak üzere uzun süren seyyahatler yaptı ve sonunda tekrar Bağdad'a gelerek burada vefat etmiştir.[1]
El-Mutenebbî'nin divanının yanı sıra birçok şiir kitâbı ve divanı ezberlemiş olan el Bağdadi, babasının Hadis ve kıraet ilimleriyle uğraşmasından dolayı bu alanda da önemli bir bilgi düzeyine sahip olmuş, akranı ve çağdaşı olanların tümünden daha iyi bir seviyeye ulaşmıştı. Bağdad'ta iken kendisinden önce yaşayan çığır açmış büyük ilim adamları ve filozofların eserlerini okumuş ve okuduğu eserleri iyice inceleyerek okumuştu. Bizzat kendi ifadesine göre adeta uykuyu hayatından silip yirmi dört saatinin büyük bir kısmını okumaya ve metin ezberine hasrederdi. Gazzali'nin kitaplarından başlayarak İbn Sînâ'nın tıp ve felsefe ile ilgili bütün eserlerini okuyup özellikle eş-Şifa'yı neredeyse ezberleyecek duruma geldiğini anlatmaktadır.
Abdüllatif el-Bağdâdî devrinin önemli ve büyük sultanı ve Kudüs fatihi olan Salahaddin el-Eyyubî'yi çok seviyor ve takdir ediyordu. Onunla tanışmak ve görüşmek üzere Filistin'e gitti. Salahaddin ile ilk defa Akka'da buluştukları bilinir. Burada Salahaddin el-Eyyubi'yi ziyaret ederek devrin en önemli alimlerinden Bahaüddin İbn Şeddâd, el-Kadı el-Fâdıl ve İmadüddin el-Kâtib el-İsfahânî ile ayrı ayrı görüşüp hepsi ile ilmi alış verişlerde bulunmuş, sordukları soruları cevaplandırmış onlardan öğrenmiş ve onlara öğretmişti.
Bu yıllarda Suriye ve Mısır'da hüküm süren Salahaddin el-Eyyubî'den ve ondan sonra gelen diğer Eyyubî yöneticilerinden büyük iltifatlar gördü. Bu arada Sühreverdî el-Maktul'ün eserlerini okudu ve öldürülme sebeblerini araştırdı. Mısır dönüşü önce Kudüs'e gelerek buradaki ilim meclislerini ve Salahaddin'in bu meclislere devamını ve iltifatlarını müşahade etti. Bu sıralarda Haçlıların işgalinden yeni kurtarılmış olan Kudüs'ün surları tamir ediliyordu. Salahaddin'in sırtında taş taşıyarak bir amele gibi çalıştığını ve halkın sevgisine mazhar olduğunu görünce, Abdullatif'in Sultan'a olan hayranlığı ve sevgisi kat kat artmıştı. Ayrıca Kudüs'teki alimlerle de görüşüp ilmî alışverişlerde bulundu. Salahaddin'in başarısını, onun ilim adamlarıyla oturup kalkmasına ve sürekli olarak onlarla istişaresine bağlamaktadır. Salahaddin'in ilim adamlarına danışmadan hiçbir iş yapmadığını, görüşlerini almadan bir uygulamaya geçmediğini takdirle anlatmaktadır.
Abdullatif el-Bağdâdî, Dımaşk ve Kudüs'te bulunduğu sure içinde özellikle tıp ile ilgili dersler verdi. 588/1192 yılında Dımaşk'a gelen Abdullatif el-Bağdadî, Salahaddin'in yanında ve hizmetinde bulunmuştu. O, 589/1193 yılı başlarında Salahaddin'in Hac kafilesini uğurladıktan sonra rahatsızlandığını ve ondan kan alıp onu tedâvi ettiğini fakat bir müddet sonra vefat ettiğini anlatır. Hatta Salahaddin'in sevildiği kadar halkın bütün kesimleri tarafından bu kadar çok sevilen bir hükümdar görmediğini ve cenazesinin aynen peygamberlere gösterilen itibar ve iltifata benzer bir itibar ve iltifatla defnedildiğini belirtir. Cenazesinde halkın sevgisini müşahede edince hayretini gizlememiş ve Dımaşk'taki mü'min kâfir, müslim gayr-i müslim, salih ve facir herkesin Salahaddin'i çok sevdiğini müşahede edip bu durumu eserlerinde kaydetmiştir.[2]
Salahaddin'in vefatından sonra tekrar Kahire'ye dönen el-Bağdâdî, buranın medreselerinde başta tıp olmak üzere birçok ilim alanında dersler vermişti. Gündüz ders verip geceleri eser yazmakla vaktini geçiren Abdullatif el-Bağdâdî yıllarca bu temposunu sürdürmüştür. Salahaddin'in oğlu el-Aziz'in vefatından sonra Kahire'den ayrılan el-Bağdâdî, Kudüs'e giderek burada tekrar Mescid-i Aksa Medreselerinde bir çok alanda dersler okuttu. Birçok eserini de bu günlerde te'lif etti. Sonra buradan da ayrılıp tekrar Dımaşk'a dönerek el-Aziziye medresesinde 604 (1207-1208) yılından itibaren ders vermeye başladı. Burada çok kimse ondan ders okudu ve gerek öğrenciler gerekse halk ondan bir hayli yararlandı.
Tıp ile ilgili eserlerini Dımaşk'ta el-Aziziye medresesinde müderrislik yaptığı sıralarda kaleme aldı. Ömrünün son on yılında doğu ve güneydoğu Anadolu'da seyyahatler yaptı. 617 (1220) yılında Erzincan'a giderek Mengücekoğullarından Alaüddin Davud'un hizmetinde bulundu. Bir ara Erzurum'a giderek orada bir yıl kadar kalmıştı. Erzincan'da bulunduğu müddet içinde Alaüddin Davud'un iltifat ve desteğini kazanmış, o da emir adına bazı kitaplar te'lif etmişti. Nihayet 626 Rabiulevvel (1229 Şubat) ayında Erzincan'dan ayrılıp Kemah'a, Cemaziyel evvel'de Kemah'tan Divriği'ye Receb ayında Divriğinden Malatya'ya, Ramazan ayında da Malatya'dan Haleb'e gitmek üzere Anadolu'dan ayrıldı. 626/1229 yılında Haleb'e ulaştı ve burada kaldığı üç yıl içinde başta tıp olmak üzere bir çok alanda eser yazıp dersler verdi.
Bir müddet Halep'te kaldıktan sonra yaşının iyice ilerlediğini gördü ve yetmiş iki yaşında iken Hicaz'a gitmeyi tasarladı. Fakat önce Bağdad'a giderek yazdığı bazı eserlerini Halife el-Mustansır Billah (623-640/1226-1242)'a takdim etmeyi düşündü. Bunun için Halep'ten ayrılıp Bağdad'a kırkbeş yıl sonra geri dönmüştü. Ancak Bağdad'a geldikten bir müddet sonra hastalandı ve bu hastalıktan kurtulamayarak 12 Muharrem 629 (9 Kasım 1231) Pazar günü vefat etti. Bağdâd'ın el-Verdiyye mezarlığına defnedildi.[3]
Abdüllatif el-Bağdâdî'nin bir çok alanda yazdığı irili ufaklı 169 eserinin olduğu kaydedilir. Bunlardan bizim konumuzla yani tıp ile ilgili olanlarının elli üç ayrı eser olduğu kaydedilmektedir. Bunların dışında on kadarı zooloji, ikisi sihir ve mineraloji, üçü matematik, onu botanik, sekizi hadis, on üçü dil ve nahiv, ikisi fıkıh, üçü akide ve tevhid, dokuzu edebiyat ve eleştiri, yirmisi mantık, dokuzu yönetim ve siyaset, üçü tarih, ikisi tefsir, dördü ahlâk, on adedi metafizik ve ilahiyat, onsekizi felsefe ile ilgilidir.[4]
Bu ünlü tabip ve filozof'un yazdığı 169 eser içinde en büyük grubu oluşturan 53 adedi tıb ile ilgili olduğu ifade edilmektedir.
(Bir sonraki yazımızda devam edeceğiz)