Arama

  • Anasayfa
  • Galeri
  • Edebiyat
  • Nurullah Genç Şiirleri: Anlamlı, En Güzel Nurullah Genç Sözleri ve Alıntıları

Nurullah Genç Şiirleri: Anlamlı, En Güzel Nurullah Genç Sözleri ve Alıntıları

"Yağmur" şiiriyle ismini geniş kitlelere duyuran Nurullah Genç, geniş imge denizinin içinde sebatkar bir şiir işçisidir. Şiirleri ile genç nesli yakalayabilmiş az sayıdaki modern şairden olan Genç, şiire yüklediği ilahi anlam ve sanatsal dokunuşlar ile öne çıkıyor. Bugüne kadar yazdığı eserler Nurullah Genç sözleri ve Nurullah Genç şiirleri başlıkları ile aratılan şairin en bilinen şiirlerini sizler için derledik.

Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde

Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay

Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde

Sümeyrâ'yı arıyor her damlada bir saray

Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin

Mekânın fırçasında solmayan resim senin

Yağmur, bir gün elimi ellerinde bulsaydım

Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme

Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım

Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü

Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü

İniltiler geliyor doğudan ve batıdan

Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü

Islaklığı sanadır ahimin, efgânımın

İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler

Sendendir eskimeyen cevheri efkârımın

Nazarın ok misali karanlıkları deler

Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin

Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin

Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım

Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar

Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım

Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü

Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü

Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün

Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü

  • 10
  • 76

Nefesinle yeniden çizilecek desenler

Çehreler yepyeni bir değişim geçirecek

Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler

Anneler çocuklara hep seni içirecek

Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin

Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin

Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım

Bâtılı yıkmak için kuşandığın kılıcın

Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

Kardeşler arasına heyhat, sû-i zan düştü

Zedelendi sağduyu; körleşen iz'ân düştü

Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın

İnsanlık bahçemize sensizlik hazân düştü

Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım

Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım

Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım

Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım

Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım

Bahîra'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım

Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım

Senin için görülen bir düş de ben olsaydım

Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım

Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım

Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım

Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım

Bâtılı yıkmak için kuşandığın kılıcın

Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

Nurullah Genç

  • 11
  • 76

Rüveyda

Fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına

Bir güvercin uçurup kıtalar arasından

Çağırdın beni

Geçerek birer birer sürgün kanyonlarını

Derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına

Yarım koyup bir bardak kurşun rengi çayımı

Yıkarak yalnızlığa kurduğum sarayımı

Yetim çığlıklarımı duyurmak üzre sana

Koşup geldim; iliştir beni memnu bahtına

Adını söylemek istemiyorum

Her hecesi amansız bir kor dudaklarımda

Her harfine yıllardır şimşeklerle yarıştım

Zindanlara karıştım, ölümlerle tanıştım

Adını söylemek istemiyorum

Rüveyda dediğim zaman

Anla ki, senin için yürüyor kelimeler

Çığlığımın atardamarlarından

Hangi yıldızdır bilmem, gözlerin

Kayar da üzerime Rüveyda

Önce tuhaf bir deprem yayılır bedenime

Sonra açılır önümde ıstırap vadileri

Silik renkleriyle adımlarıma

Çözülmeye yüz tutan bir mazi mühürlenir

Hayalin bittiği menfeze doğru

Alaca bir at koşar içimde

Zamansız, mekânsız nefese doğru

Uslanmaz bir yürek taşıdığıma dair

Yaygın bir kanaat dolaşır aynalarda

Oysa Rüveyda

Baştanbaşa ben

Kevser akan, gül kokan bir kalbin filiziyim

  • 12
  • 76

Kitaplara sürdüğüm kapkara lekelerden

Bir anlatsam nasıl utandığımı

Bir doğrulsam eğildiğim yerlerden

Ağarır tanyeri nilüferlerin

Alaca bir at koşar içimde

Ezer toynaklarıyla anılarımı

Sular köpürmemeliydi Rüveyda

Kırılmamalıydı ıslak dalları hasret servilerinin

Ben zehire alışkınım, şerbete değil

Rüyalar nefret eder avare duruşumdan

Kâbuslar çeker ancak derdimi yeryüzünde

Sen gün boyu simsiyah bir ufukla beraber

Ben her gece bir Mehdî türküsüyle çilekeş

Yargılamak için zeval kayıtlarını

İnkılap bekliyorum

Hangi umut çiçeğidir bilmem, ellerin

Uzanır da gönlüme Rüveyda

Derinden bir ok saplanır bağrıma

Beynimi çağıran bir sese doğru

Alaca bir at koşar içimde

Zamansız, mekânsız nefese doğru

Varlığın cinayettir memleketimde işlenen

Akıtır kanını asil pehlivanların

Yokluğun sükûnettir kuşatır evrenimi

Varlığın ve yokluğun ölümüdür baharın

Şimdi yıldızlardan bakamıyorsun

Göklerinde bir Belkıs otururdu Rüveyda

Binlerce gökkuşağı olurdu kirpiklerin

Güneş bir anne gibi dururdu başucunda

Artık dokunamıyor kâkülün bulutlara

Karalara bürünmüş saçlarında dolunay

Ben bu kadar zulme lâyık mıyım Rüveyda

Hangi ressamı vurur bilmem, endamın

Sarar da benliğimi

Ben beni tanımam kaldırımlarda

Kafesleri yutan kafese doğru

Alaca bir at koşar içimde

Zamansız, mekânsız nefese doğru

  • 13
  • 76

Kırmızı bir kurdele bağlayarak alnına

Duydun mu orkideye duâ eden birini

Bu ısmarlama yüzler yok mu Rüveyda

Bu yapmacık bebekler

Gözyaşı akıtırken gülenler yok mu

Beni kahrediyor geceler boyu

Hangi çağın gelişidir bilmem, gülüşün

Soluk bir dünyanın mezarlarına

Gömerek gurbetimi

Kapadı karanlığa Yesrib, kapılarını

Meydan okuyuşun çağın ordularına

Bilmem hangi mevsimin başlangıcıdır

Doruklardan öte hevese doğru

Alaca bir at koşar içimde

Zamansız, mekânsız nefese doğru

Yasını tutuyorum kararttığım düşlerin

Yıpranmış divaneler gibiyim sokaklarda

Amansız bir yalnızlık üfleyen pencereler

Lif lif yoluyor kahır seyyahı bedenimi

Önümde, haksızlığın hesaba çekildiği

Siyahın simsiyahı tanımadığı mahşer

Arkamda, kare kare ömrümü belirleyen

Hatırladıkça yanıp tutuştuğum resimler

Söyle, nasıl aşarım pişmanlık dağlarını

Yeniden bir Nil olup taşar mıyım çöllere

Kim giydirir başıma tacını nihayetin

Kim takar bileğime hürriyet künyesini

Karada balık gibi nasıl yaşarım, söyle.

Rüveyda, seziyorum; tahammülün kalmadı

Ama dur, boşaltayım bütün çığlıklarımı

Asırlardır köhne barınaklarda

Küflenen, çürüyen çığlıklarımı

At vuruldu; içim paramparça Rüveyda

Gölgelerin ardına sakladım kusurumu

Sen orda kayıtsızca gülümsüyor gibisin

Ben burda damla damla eriyip akıyorum

Yine de, bırakamam yerlere gururumu

İstenmediğim yeri usulca terk ederim

Hâtıra kalsın diye bırakır da ruhumu

Mahzun bir derviş gibi boyun büker, giderim

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN