Mehmet Akif'in sürgün yılları
İstiklâl Marşı ve Safahat şairi, millî-dinî hassasiyeti, karakter ve seciyesiyle Türk milletinin gönlünde yer edinen İslâmcılık akımının önemli şahsiyeti… Türkiye'nin "milli şairi" Mehmet Akif Ersoy… O, her mekânda okunan İstiklal Marşı'nın, ilgisizlikten ölen yazarıydı... Nitekim memleketine ihanet etmiş bir adam gibi muamele görmeye tahammül edemedi ve gönüllü sürgüne gitti… Bu araştırılmadı, neden gönüllü sürgün istediği hiç sorgulanmadı. Milli şair hayatının son günlerini de sürgünde geçirdi. İşte sürgün yıllarındaki o fotoğraflar...
Giriş Tarihi: 23.12.2017
19:20
Güncelleme Tarihi: 12.03.2023
14:44
Fakat çalışmalar ısrarcı dostların tahminlerinin üzerinde yıllarca sürer. Mehmet Akif bu işi aceleye getirmek istemez. En uygun kelimeleri, anlamı ve diğer birçok tercüme-meal meselesini ince eleyip sık dokur. Üzerinde çalışma yaptığı eserin Allah'ın kelamı olduğunun gayet farkında bir şekilde titizlenir. Sabırsızlanıp olduğu şekliyle basılmasını isteyenlere, "uzun süreceğini bildiği halde bu işe girdiğini" söyler.
"DÖNEMEZSEM YAKARSIN"
Mehmet Akif Ersoy, Kuran Meali çalışmasını bitirmeye yaklaştığı zamanlarda Türkiye'de Türkçe ezan uygulanmaya başlanmıştı. Kur'an'ın ibadetlerde Türkçe olarak okunması da gündemdeydi. Bundan kaynaklı olsa gerek Mısır'dan yola çıkmadan evvel Yozgatlı İhsan Efendi'ye "Dönebilirsem üzerine yeniden çalışır neşrederiz, dönemezsem yakarsın" vasiyetiyle meali teslim etmişti.
"Eserin bu halde basılsa da olur" diyenlere ise "Mealin tam anlamıyla bitmediğini" söyledi. Profesör Mehmet İhsan Efendi meali yakamadığı gibi bir kopyasını çıkarmış, oğlu Ekmeleddin İhsanoğlu'na öldükten sonra orijinalinin yakılmasını vasiyet etmişti. Durum Mısır'daki ileri gelen Türkler arasında istişare edilir, son şeyhülislam Mustafa Sabri'nin oğlu İbrahim Sabri masadaki en ağır kişidir ve kararı o verir; orijinal metin de kopya metin de yakılır.
Olaylara şahit olan İsmail Hakkı Şengüler, "bu işi aceleye getiriyoruz, kendimize biraz düşünme hakkı tanısak" gibi bir laf etmeye kalksa dahi büyükleri olan ve sözü geçen İbrahim Bey'in acele ve panikle iki metni de yakmak istediğini ve bunu hep beraber yaptıklarını belirtiyor.
Mehmet Akif Ersoy'un meal çalışmasını Mısır'a gittiğinde tamamen okuyan nadir insanlardan Eşref Edip konuyla alakalı şu satırları yazar: "O ne sadelik, o ne ahenk! Ayetler arasındaki irtibatı muhafaza hususunda öyle büyük kudret göstermiş ki, bütün bir sureyi okursunuz da hiçbir ayetin başında veya sonunda ufak bir irtibatsızlık göremezsiniz. Müfessirler ayetler arasındaki irtibat ve münasebetleri anlatmak için sahifeler dolusu izahatta bulunurlar.
Üstad ise bu irtibatı, fiilen o suretle yapmış ki, bir ayetin bitip diğer ayetin başladığının farkında bile olamazsınız. Bir şiir gibi senelerce üzerinde işlenmiş, hiçbir tarafında, hiçbir noktasında hiçbir pürüz kalmamış... Su gibi akıyor. Bir çağlayan gibi gönülleri heyecana veriyor." 1935'te rahatsızlanan Mehmed Âkif, hava değişimi için bir aylığına Lübnan'a ve o sırada Fransız idaresinde bulunan Antakya'ya gitti.
Hastalığının ağırlaşması üzerine 17 Haziran 1936'da İstanbul'a döndü. Nişantaşı Sağlık Yurdu'nda tedavi gördükten sonra yaz aylarında Said Halim Paşa'nın Alemdağ'daki Baltacı Çiftliği'nde oğlu Prens Halim tarafından misafir edildi. Son günlerini de aynı ailenin Beyoğlu'ndaki Mısır Apartmanı'nda kendisine ayırdığı dairede geçirdi ve orada vefat etti (27 Aralık 1936).
Resmî şahıs ve makamların ilgi göstermediği İstiklâl Marşı şairinin cenazesi, Beyazıt Camii'nden üniversite gençliğinin ve halkın katıldığı büyük bir cemaatle Edirnekapı Mezarlığı'nda dostu Babanzâde Ahmed Naim'in kabrinin yanında toprağa verildi. 1960 yılındaki yol inşaatı sebebiyle her iki mezar Süleyman Nazif'in kabriyle birlikte Edirnekapı Şehitliği'ne nakledildi. Âkif'in ölümü üzerine yakın dostlarından Fatin Gökmen, "Çıktı kırklar bir ağızdan dediler târîhin / İçimizden vatanın şairi Âkif gitti"; Yusuf Cemil Ararat da, "Cevherîn târîhi ahlâfa eder keşf-i nikāb / Âh gitti tercümân-ı efsah-i Ümmü'l-Kitâb" beyitlerini yazarlar…
FİKRİYAT DİA - M. Orhan Okay - M. Ertuğrul Düzdağ