Ekrem Kızıltaş: Sezai Karakoç Üretmen Han'ın merdivenlerini arşınlardı
Ülkemiz son elli sene içerisinde ciddi bir değişim ve gelişim döneminden geçti. Bilhassa teknolojide yaşanan bu durum gazetecilik, yayıncılık ve kitapçılık konularında kendini gösterdi. Ekrem Kızıltaş yaklaşık 50 yıllık gazetecilik, yazarlık ve yayıncılık hayatında gördüklerini anlattı. Şöyle diyor Kızıltaş: MTTB konferanslarında büyük isimler "karşımda gelecekte Türkiye'yi yöneten kadroları görüyorum" derlerdi.
Giriş Tarihi: 12.07.2023
19:53
Güncelleme Tarihi: 12.07.2023
21:33
Ekrem Kızıltaş:
Ayaküstü , hal hatır sorulmuştur ya da üstadı telaşlı bir şekilde Büyük Doğu binası na girerken görebilirsiniz ya da hasbelkader diyelim Ankara'dan İstanbul'a gelmişken Milli Gazete'ye uğrayan Mehmet Akif İnan' ı görebilirsiniz. Mecidiyeköy civarında, orada Erdem Beyazıt ağabeyi görebilirsiniz. Ya da Cahit Zarifoğlu Allah rahmet eylesin bir şekilde işi düşmüştür bir yere uğramıştır, oradan çıkarken karşılaşabilirsiniz. Ya da belki böyle önemli zamanlarda bayram seyran gibi günlerde Milli Gazete'ye gelmişlerdir ya da Yedi Devir'e gelmişlerdir bu tür karşılaşmalar çok olurdu. Şimdiden geriye baktığınızda aslında şu akla gelen gelebilir "Vay be! Keşke daha çok vakit geçirseydim, keşke daha çok yanımda bulunsaydım." Şimdi o dönemde nasıl olsa burada diyorsunuz yani orada bir yerde. "Nasıl olsa gerekirse gider görüşürüm, nasıl olsa gider yani buluşabiliriz" dediğiniz için o günler onların orada yakında olduğunu bilmenin rahatlığı ile geçen günler. Zaten her gün ya da iki günde bir üç günde bir yazdıklarını okuyorsunuz. Diyelim ki herhangi bir yerde bir konferansları, seminerleri varsa gidip onu deniliyorsunuz, izliyorsunuz. Ya da söyleyebileceğiniz bir şey varsa bugünkü gibi "Cep numarası var mıydı versene" denilecek kadar rahatlık yoktu belki ama yani yine de mesela "Cahit abiye nasıl ulaşabilirim, Erdem abiye nasıl ulaşabilirim" ya da "Ya Üstada şunu nasıl aktarabiliriz" dediğinizde yani eninde sonunda bulabileceğiniz formüller vardı.
Dolayısıyla o günler büyük ihtimal ile içinde yaşadığımız anda hakkıyla değerlendiremediğimiz günler. Bugünden geriye doğru baktığımızda hayıflanmanın alemi yok ama demek ki nasip olan neyse zaten herhalde aldığımız o kadar. Mesela ben geriye doğru baktığımda hala her hatırlayışımda kendi kendime gülerim. Rahmetli Üstad Necip Fazıl , Milli Türk Talebe Birliği'nde konferans verecek, biz de o heyecanla yeni bir amfi almışız o dönemin teknolojik şahikası. Yani muhteşem bir amfi. Amfinin başına da o konulardan en iyi anlayan bir arkadaşımızı koyduk. İşte, Elektrik Elektronik talebesiydi galiba o dönemde çok azdı o tür bölümler. Fakat amfinin bir özelliği varmış sonra öğrendik. Ses belli sesden yukarı çıkarsa amfi kendini kapatıyor, 10 saniye bekliyor yeniden açıyor. Üstad rahmetli de konuşurken arada bir sesini yükselttiğinde amfi kapanıyor, 10 saniye bekliyor yeniden açıyor.
Ekrem Kızıltaş:
Allah rahmet eylesin üstadımıza... Cemalettin Tay la idi Milli Türk Talebe Birliği Genel Başkanı döndü, "Cemalettin bu aletin başına bir çocuğu mu oturttun sen? Niye bu pıt pıt kesilip duruyor?" falan diye fırça attı. Tabii bu, salonda galiba muhteşem gülüşmelere sebebiyet verdi. Sonra olayı anladık ama üstad geldiğinde başka amfiler kullanmaya çalıştık.
Az önce söyledim işte, bayram ziyaretine gittiğinizde normal, ağır üstadlığın hemen dışında etrafa bakardı. Çikolatayı uzatır "cebinize de koyun çocuklar" falan derdi. Geldiğinde özel sohbetlerde yani genel o konferanslardaki durumun yanında Milli Türk Talebe Birliği'ne gelip orada genel başkanın ya da icra konseyi başkanının yanına gelip orada 6-7 kişilik özel sohbetler olduğunda zannediyorum asıl tadına doyulmaz sohbetler olurdu. Çünkü konferanslarda ve seminerlerde üstad başta olmak üzere o dönemde çıkan bu tür işler yapan insanların tamamı belli ölçüde bir türlü otokontrol yapmak durumundaydılar. Unutmayın o dönemde bir 163 vardı. Yani din ve dince kutsal sayılan şeyleri siyasete alet etmekle başlayan … Ama eninde sonunda herhangi bir konuşma sırasında Allah! (CC) dediğinizden hareket ile sizi birkaç sene hapse atabilecek bir uygulamaya maruz kalınabiliyordu. Dolayısıyla herkes dikkatliydi. Herkes özel sohbetler olduğunda ki ben rahmetli üstadın, Kadir Mısıroğlu'nun, Erbakan Hoca'nın, Sebahattin Zaim'in yine Ayhan Songar'ın sohbetlerini hatırladığımda belki birçok şeyi aslında o sohbetlerden öğrendiğimizi de rahatlıkla söyleyebilirim.
Bekir Salih Yaman:
Genel bir tavsiye mahiyetinde, gençler için mutlaka okumalı dediğiniz birkaç eserden bahsedebilir misiniz?
Ekrem Kızıltaş:
Öncelikle gençlere klişe ama Kur'an-ı Kerim okumalarını, meal okumalarını mümkünse olabildiği kadar kısa bir tefsir olur Diyanet'in de var. Bu tefsirleri öncelikle bir okumalarını, hadis okumalarını söylerim. Bunun dışında ben edebiyat, edebiyata uygun olan insanların, büyüklerin şiirlerini okumaları, romanları okumaları, dünya klasiklerini okumaları yine bunları da rutin olarak kabul ederim. Ama bence Türkiye'deki en önemli meselemiz farkındalık. 2023 senesinde Türkiye'deyiz, "Nereden geldik? Hangi aşamalardan geçtik? Ne gibi olaylar yaşandı?" konusunda ciddi farkındalık ihtiyacımız olduğuna inanıyorum.
Ekrem Kızıltaş:
Bunun için de hatıratlara önem vermeleri gerektiğini düşünüyorum. Hemen aklıma geleni söyleyeyim Ali Ulvi Kurucu'nun hatıratının özellikle ilk üç cildi. O dönemin 1930'lu, 1940'lı yılların olaylarını, birinci elden ve Sultan Abdülhamid Han ve Vahdettin Han dönemlerini doğrudan kaynaklarından aktaran bilgileri ile bence Türkiye'nin yüz yılıyla alakalı çok ciddi bilgilere sahiptir.
Üstadın, rahmetli Necip Fazıl'ın romanları, kitapları, tiyatro eserleri okunmalı. Sezai Bey mutlaka, en azından bazı nesirleri, şiirleri okunmalı. Cemil Meriç uzun konuların nasıl kısa sürede aktarılabileceğini öğrenmek bir üslup sahibi olabilmek açısından mutlaka okunması gereken bir isim.
Ekrem Kızıltaş:
Bunun yanında herkesin kendi tarzına göre, kendi anlayışına göre - kimisi edebiyata düşkündür, kimisi tarihe düşkündür kimi başka bir coğrafyaya düşkündür ya da başka bir şeylere düşkündür- herkesin kendisine uygun birtakım şeyler bulup önemli olan temel olan şeyleri okuduktan sonra bizi geliştirebilecek, bizi ilerletebilecek bize her okuduğumuz ve bir şeyler katabilecek şeyleri ben mutlaka okumak gerektiğini inanıyorum. Burada da zannediyordum bir dönem çok yaygındı dijital okuma, işte e-kitaplar ama yine galiba ana akım olan kitaplara döndük. Onu kıvırmak istediğiniz gibi hareket etmek mümkün galiba. Dolayısıyla ben okunan her kitabın bize bir şeyler kattığına ve bunun yaşının da olmadığına inanırım.
Şu kolaycılığa da kaçılmamalı, "işte elime aldım bir kitabı okudum bitti. Peki, ne öğrendim?" bu soru anlamsız bir sorudur. Ne öğrendiğinizi belki üç ay ya da üç sene ya da otuz sene sonra anlarsınız. Neden? Bu bir birikimdir. Bir şeyler dolar, doldurulur. Bu yüzden hatıratlara ve günümüzü anlamayı, günümüzü çözmeyi kolaylaştıran belki aktüel birtakım kitaplara, tabii ki şiire ilgi duyan romana ilgi duyan, hikâyelere ilgi duyan o tür şeylere eğilmelerinde fayda var. Ama her bir şeyimiz biraz palyatif, sadece çok satan olsun diye hazırlanmış birtakım kitapların falan dışında bize hakikaten bir şeyler verebilecek kitaplara eğilmek bence çok faydalı olur.
Röportaj:
Bekir Salih Yaman
Editör:
Sümeyye Gedizli
Kurgu:
Günışığı Gülhan Salma
Kamera:
Serkan Hervenik Mert Akkuş Eyüp Kaymak