Cenab-ı Allah insanlığın mutluluğu ve toplum içinde birbirleriyle olan uyumlarının mükemmel hallerini Kitab-ı Kerim'inde en güzel şekliyle anlatmaktadır. Allah, mü'minlerin birbirine karşı nasıl davranmaları gerektiği, kardeşlik hukukunu zedelemeden nasıl birlikte yaşamaları gerektiğini belirlemiş, bu ilkeleri ve prensipleri biz kullarına emretmiştir. "Ey iman edenler" diye başlayan bütün ayetlerde ya bir emir veya bir nehiy/yasaklama gelmiştir. Özellikle kardeşlik hukuku ile ilgili bir iki hafta önceki bir yazımızda belirttiğimiz bazı ilkelerin devamını -Hucurât suresinden mülhem olarak- okuyucu kardeşlerimle paylaşmak istedim. Ümmet olarak bir arada yaşarken birbirimize karşı tavırlarımızın mü'mince nasıl olması gerektiğini anlatan bu ilahi mesajlara dikkat edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Hucurât suresinin bazı ayetleri çerçevesinde bu ilahi emir ve ilkelerin ümmetin bütün ferdlerine hitap ettiğini müşahede etmekteyiz, şöyle ki:
"Ey iman edenler, (erkeklerden) bir grup başka bir erkek grubu ile alay etmesin. Olur ki kendileriyle alay edilenler onlardan (alay edenlerden) daha hayırlı olabilirler. Kadınlar da kadınları (alaya almasın. Çünkü) kendileriyle alay edilenler diğerlerinden (alay edenlerden) daha hayırlı olabilir. Birbirinizi karalayıp ayıplamayın ve birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ismi ne kadar da çirkin olur! Kim tövbe etmezse işte onlar, zalimlerin ta kendileridir."
İslâm ahlâkının temel ilkelerinden birkaç tanesi, bu ayetin hükümleri içinde yer almakta olup Müslümanların uymaları gereken vazgeçilmez davranışların bizlere öğretildiğini hatta emredildiğini görüyoruz. Bu ilkeleri uygulayan bir toplumda hiçbir zaman anlaşmazlık, kavga, dövüş, düşmanlıklar ve küskünlükler olmaz. Bu ilkelerle kalpleri birbirine bağlı kardeş bireylerden oluşan bir ümmet toplumu meydana gelir. Erkek ve kadınlar hem kendi hemcinsleriyle hem karşıt cinsleriyle alay etmemelidir. Kendileriyle alay edilenler, belki de alay edenlerden çok daha erdemli müminler olabilir. Kimse kimsenin ayıplarını ortaya dökmeye kalkışmamalıdır. Birbirinize kötü lakaplar takmayın buyuran Rabbimiz bunu yapanları uyarmakta ve yapmamalarını istemektedir. Lakap takılan kişinin hoşlanmadığı bir lakap olursa o kardeşinizin hukukuna girmiş, büyük bir vebal ve sorumluluk yüklenmiş olursunuz. Bunları yapmak fâsıklıktır. Fâsıklık ise çok kötü ve çirkin bir özelliktir. Böyle davrananlarınız varsa hemen tövbe edip kardeşleriyle helalleşsin. Ayıpları örtmek gibi bir özellik varken ayıpları yaymak ve mü'min kardeşlerle alay etmek Allah'ın kesin olarak yasakladığı hususlardır. Böyle davranan ve böylesi bir yanlışlığa düşenler varsa hemen tövbe etmelidir. Nasuh bir tövbe ile tövbe ederlerse Allah affedebilir, fakat tövbe etmez ve bu yanlışlıklarından vazgeçmezlerse büyük bir zulüm yapmış olurlar ki Allah, zalimleri asla sevmez. Allah'ın sevmedikleri kimseler ise uhrevi bir ceza ile karşılaşmaları halinde zor durumlarda kalabilirler.
"Ey iman edenler! Zannın birçoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın. Sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz (değil mi?). Allah'tan korkun/emirlerine karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah tövbeleri kabul edendir, Rahîm'dir (merhameti bol olandır)."
Dikkat edilirse genelde Kur'an-ı Kerim'in bütününde ve özellikle de bu sûrede "Ey iman edenler!" hitabı defalarca tekrarlanmaktadır. İslâm'ın bir diğer ilke ve çok güzel bir prensip ve tavsiyesi de durup dururken zanda bulunmanın Müslümana yakışmadığının bildirilmesidir. Zan, büyük bir vebal yüklenmeye sebep olur. Kesin bir delil ve bilgi olmadan mü'minler hakkında dedikodu mahiyetine ileri geri yanlış haberler yaymak kötü bir kimsenin yapacağı davranışlardır. Birbirinizin arkasından konuşup birbirinize başka kardeşlerinizi çekiştirmeyiniz. Birbirinizin gıybetini yapmayınız. Gıybet etmek, ölmüş kardeşlerinin etlerinden bir parçayı alıp çiğnemeye benzetilmiştir. İnsanın ölü birisinin etini çiğnemesinin tiksindirici bir davranış olacağı anlatılmaktadır. Başkaları hakkında kötü zanda bulunmaktan, alay etmekten, gıybet yapmaktan uzak duranların kalpleri tertemiz olup onlar, sarsılmaz bir imanla birlikte sağlam bir vicdan taşımış olurlar. Kötü zan, kusur araştırıp durmak, alay ve gıybet etmek Müslümanların birbirlerine karşı olan güvenlerini sarsar. Bunların terk edilmesi hâlinde de müminler hep birlikte kendi toplumlarında mutluluk içinde yaşarlar. Zan ve gıybet, insanların haklarını ve özgürlüklerini, şeref ve haysiyetlerini zedeler. Hâlbuki her Müslümanın müminler arasında itibarının yüksek olması ümmetin sorumluluğundadır.
"Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden (Âdem ile Havvâ'dan) yarattık. Ve sizi birbirinizle tanışasınız diye Şuûb'a/boylara-soylara-oymaklara ve kabilelere ayırdık. Biliniz ki Allah'ın katında sizin en şerefliniz Allah'a karşı gelmekten en çok sakınanınızdır (Allah'ın emirlerini en iyi bir şekilde yerine getireninizdir). Şunu iyi biliniz ki Allah Alîm'dir, Habîr'dir (her şeyi en iyi bilendir, her şeyden haberdar olandır)."
Şuûb sözcüğü Arapçada "halklar" demektir. Bugünkü sosyolojik anlamda kullanıldığında siyasal bir çağrışım yaptığından bu hâliyle pek tercih edilmemektedir. Kabilelerin bir alt, bazen de bir üst grubu olarak tarif edilir ancak klasik tefsir kaynaklarımızda genellikle oymaklar, boylar ve soylar anlamında kullanıldığı görülmektedir. Bunun için biz de bu şekilde kullanmayı tercih ettik.
"Ey insanlar!" hitabının bu sûre içinde bir defa yer almış olması da dikkat çekicidir. Bu kadar ahlâki tavsiyeler yapılıp çok önemli İslâmi ilkenin belirlenmesinden sonra bu sefer rengi, ırkı, coğrafyası dili ne olursa olsun bütün insanlara hitap ederek, tek bir babadan ve anneden çoğaldıkları hatırlatılıp ne olursa olsun kimsenin kimseye bir ırkın diğer bir ırka üstünlüğünün olmadığı anlayış ve inancına davet edilmektedir. Kabilelere, oymak ve boylara, farklı ırklara ve milletlere mensup olabilirsiniz fakat unutmayın Allah katında hiçbir ırkın diğer bir ırka üstünlüğü yoktur. Dillerin, renklerin ve yaşanılan bölgelerin farklı olması hiçbir şey ifade etmez, kimseye bir ayrıcalık kazandırmaz. Mekke'nin göbeğinde yaşayan ile kutup bölgelerinde yaşayan herkes birer insandır. Allah katındaki üstünlük; Allah'a olan bağlılık ve itaatle ölçülür. Allah nazarında en üstün olanlar; Allah'ı hesaba katan, her attığı adımı düşünen ve her işlediği amelinden sorguya çekileceğini kabul eden ve Allah'ın hükümlerine bağlanıp emirlerini yerine getirenlerdir. Kişinin ırkı veya milliyeti onu diğerlerine göre üstün kılmaz. Herkesin Hz. Adem'in çocukları olduklarını unutup kendisine bir üstünlük payesi vermeye kalkışması bu ayetin hükmünü zedeler. Özellikle aynı inanca ve aynı dine mensup olanların kardeş olduklarını unutmamak gerekir. Asıl olan imandaki samiiyetin olduğunu da unutmamak gerekir.
"Müminler, ancak Allah'a ve Rasûlü'ne iman eden ve sonra da (imanları konusunda) asla şüpheye düşmeyen, bunun yanında da malları ve canları ile Allah yolunda cihad eden kimselerdir. İşte onlar (Allah'a bağlılık ve gönülden gelen iman konusunda) dürüstlük ve doğrulukları olan/sözünde duran kimselerdir."
Tekrar mü'minlerin özelliklerini anlatmaya devam eden bu ayette de samimi bir kalple Allah'a ve Rasûlü'ne iman edenler ve imanlarına hiçbir şüphenin karışmadığı kimseler, Allah'ın dini yücelsin ve yeryüzüne yayılsın diye düşmanlarına karşı İslam topraklarını savunan ve bunun için bizzat gayret eden, gerektiğinde bu uğurda savaşanlar gerçek anlamıyla iman etmiş kimselerdir, denilmektedir. Gerçek iman; gönülden, kalbin derinliklerinden yapılan ve hiçbir kötülüğe bulaşmamış imandır. Hiçbir endişe taşımadan, duygusallaşmadan, arzu ve heveslerine kapılmadan malları ve canlarıyla İslâm için mücadele verenler; işte, bunlar gerçek anlamıyla iman edenler olup onlar, Allah'a bağlılık ve gönülden gelen iman etme konusunda dürüstlük ve doğrulukları olanlar, sözünde duran sadık kimselerdir.
"(Rasûlüm onlara) de ki: "Dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Hâlbuki Allah göklerde ve yerde bulunanları bilir. Allah, her şeyi çok iyi bilendir."
Sağlam bir eğitim ve öğretim almadan, İslâmî bilgi ve birikimi olmayıp İslâmî ilimlerde uzmanlaşmadan Allah'ın dini hakkında kendi kişisel kanaat ve bilgileriyle ahkâm kesenler dikkat etmelidir. Mühendislik eğitimi görmemiş bir kimsenin bu alanla hendese ilmi ile ilgili gerekli donanıma sahip olmadan konuşan veya başkasına akıl vermeye kalkışanlar nasıl bir yanlışlık içine düşecekleri herkesin bilgisi dâhilindedir. Zaman zaman toplum içinde önüne gelen İslâmî hüküm ve emirlerle ilgili bilgisizce konuşmalar yapanların olduğu müşahede edilmektedir. Bu, Allah'ın dini ile oynamak ve cahilce ahkâm kesmekten başka bir davranış değildir. Dindarlığı ve Allah'a iman ve bağlılığı Allah'a öğretmeye kalkışmak açıkça dine düşmanlıktan başka bir davranış da değildir. Hâşâ, Allah sanki bunu bilmiyor da sizin iddianıza göre mi hüküm verecek? Ya da Allah'ın emir ve yasakları hakkında ileri geri konuşup kişisel kanaat belirtmek ilahlık taslamaktır. Hâlbuki Allah, dinini en ince ayrıntılarıyla bildiği gibi göklerde ve yerde ne varsa hepsini de çok iyi bilir. İnsanlar dini konularda konuşurken Allah'ı gücendirmekten de sakınmak zorundadır.
"Onlar Müslüman oldular diye sana minnet ediyorlar. De ki: "Müslüman oldunuz diye bana minnet etmeyin (Müslüman olmanızdan dolayı size minnet duymamı beklemeyin). Aksine sizi imana ulaştırdığı ve bu nimeti bahşettiği için Allah size minnet eder. (Allah'a şükretmeniz lazım). Eğer siz, doğru söyleyen (ve sözünde duran) kimseler iseniz."
İman, Allah rızasını kazanmak ve âhirette mutlu bir hayata kavuşmak içindir. İslâm'a girmekle kimseye minnet edilemez. Bazıları İslâm'a girmelerinden dolayı Müslümanlara karşı minnet eden tavırlar takındıkları gibi gerçek anlamda iman etmediklerinin de farkında değillerdi. Müslüman olmakla dine katkıda bulunduklarını zannederek başkalarına üstünlük taslayanlar ve bundan dolayı da farklı bir ırk olduğunu düşünenler Allah'a iman konusunda eksik bir bilgiye sahip olanlardır. Bu ayette onlara yapılan nasihat ve tavsiye ile İslâm'a girmekle Peygamber'e ve Müslümanlara minnet etmemeleri söylendiği gibi samimi bir kalple iman etmelerinin kendi lehlerine olacağı belirtilmektedir. Belli bir yaşa kadar İslâm'ın dışında hayatını başka düşünce ve ideolojilerde geçirdikten sonra hakkı arayıp bularak Müslüman olanlar bizim için değerlidir. Ancak bu gibi mü'min kardeşlerimiz de İslâm'a bağlanmakla diğer mü'minlerin onlara minnnettar olmalarının beklentisi içinde olmamalıdırlar. İman etmek bir nimettir. Ancak sonradan bunun elde edilip Müslümanların arasına yeni katılanların bir üstünlüğü yoktur. İman, insanın kalbine yerleşince insan bunun zevkinin farkına varıp Müslüman olarak görevlerini daha iyi idrak eder ve ibadetlerini daha samimi bir kalple yapmaya başlar. Müslümanlara kardeş gözü ile baktığı gibi dünya mal ve servetini de geçici bir menfaat olarak görür. İman, kişiye engin bir ufuk ve düşünce kazandırır. Bütün bu nimetlerden dolayı da Allah'a şükreder. İşte bu şekilde iman edenler, sadık ve samimi kimseler olarak her konuda sözlerinde duran mü'minlerdir.
"Kuşkusuz, Allah göklerle yerin bütün gizliliklerini bilir. Allah yapmakta olduklarınızı çok iyi görendir."
Allah, göklerle yeryüzünün görünen ve görünmeyen her özelliğini ve her yönünü; sırlarıyla ve gizlilikleriyle bilir. İnsanın sahip olduğu bütün duyguları; kalbinin ve vicdanının derinliklerinde olan en ince duyguları da bilen sadece Allah'tır. İnsanların yaptığı her şeyi gördüğü gibi iç dünyalarında yaşattıkları bütün duygulardan da haberdardır. Bu sûrede anlatılan, emredilen ve tavsiye edilen her bir ilke, insanların hayatlarında büyük değişimlere sebep olabilir. Bu ilkeleri uygulayan bir toplum da her zaman ayakta durabilen, sağlam bünyeye sahip, yıkılması kolay olmayan bir toplumdur. İşte, ümmet toplumu dediğimiz toplum da bu samimi mümin kardeşlerden oluşan toplumdur.
Prof. Dr. Ahmet Ağırakça