Dünyadaki gelişme ve değişmelerde ilmî ve teknolojik yeniliklerin büyük etkisi vardır. Bu sadece yaşadığımız zamanın değil, tarihin de gerçekleri arasındadır. İlim; siyasî ve sosyal alanlardan başlayarak din ve ahlâk anlayışına, sanat telâkkisine kadar hayatımızın her alanına hâkim bir unsurdur. Bilindiği üzere ilim anlayışının üretildiği ve yaşatıldığı merkezlerin başında eğitim kurumları gelir. Bugünkü Batı medeniyeti, Rönesans çağı üniversitelerinin birikimi üzerine inşa edilmiştir. Batıyı bugüne getiren değişim evvela eğitim kurumlarında başlamış, sonrasında hayatın bütününe yansımıştır.
Selçuklu ve Osmanlı tecrübeleri de bize, ilim merkezlerinin millet ve devletin varlık ve bağımsızlığına imkân veren gerçek kurumlar arasında olduğunu göstermiştir. "Kılıçla kazanılanın ancak kalem ile korunabileceği" ilkesinden hareketle, fethedilen topraklarda yeni ilim merkezleri kurmak ve bu yapılar için geniş vakfiyeler tanzim etmek, bu devletlerin temel yaklaşımıdır. Nizamülmülk'ün kurduğu medreseler Selçuklu Devletini ayakta tutmakla kalmamış, daha büyük ve diri olan Osmanlı Devletinin doğmasına imkân hazırlamıştır.
Medeniyet, ortak kültür havzasına sahip milletlerin tarihî tecrübeleri ile şekillenen değerleri ifade eder. Dünyadaki bütün medeniyetler, kendi ilkeleri üzerinde yükselen bir değerler manzumesidir. Bizim medeniyetimiz ise her şeyden evvel bir ilim medeniyetidir. Biz, başka medeniyet telakkileri ve dünya tasavvurlarıyla, insanlık ve dünyanın geleceği adına paylaştığımız ve paylaşmadığımız ortak değerlerin ancak ilim ile değişip dönüşeceğine inanırız.
Bir milletin tarihteki sürekliliği, bireyleri arasında ortak-dil, ortak-akıl ve ortak-vicdân tesis etme becerisiyle doğru orantılıdır. Bir milletin bireyleri arasında azamî ortaklığın tesisi için tarihî süreçte icat edilen en önemli ve en etkili yöntem ise eğitim ile öğretimdir. Eğitim o millete mensup bireyler arasındaki davranış sürekliliğini sağlarken; öğretim, o milletin tarihteki yürüyüşü boyunca her alana ilişkin ürettiği bilgideki sürekliliğini temin eder. Eğitim ve öğretimin nihâi ufuk-hedefi ise o milletin en-iyi, en-doğru ve en-güzele ulaşma arzusudur.
Milletimiz, tarihinde, söz konusu ufuk-hedefe ulaşabilmek için pek çok eğitim ve öğretim kurumu vücuda getirmiş; mensuplarını eğitimin en üst amacı olan
kalb-i selime, öğretimin en üst amacı olan akl-i selime ve edebin en üst amacı olan zevk-i selime ulaştırmak için tüm maddî ve manevî imkânlarını seferber etmiştir. Çünkü "davranıştaki iyi", "bilgideki doğru" ve "estetik tavırdaki güzel" duyuşuyla yetişmiş bireylerin kişilik, beceri ve kültürel âidiyetlerinin sağlıklı olması yanında; hem mensup oldukları millete, hem de tüm insanlığa olumlu katkıda bulunacaklarına inanmışlardır.
Çağımızda insanın her alanda ürettiği bilginin birliğini temsil eden "Üniversite" ise, bir kavram ve bir kurum olarak iyiyi, doğruyu ve güzeli kendine konu kılan bilimleri ve sanatları eğiten ve öğreten bir işleve sahiptir. Üniversite, sağlıklı bir eğitim ve öğretim için, davranışın ve bilginin birbirini tamamladığı ilkesinden hareketle, manevî ve ahlâkî değerlerle olan bağlantılarına da dikkat etmelidir. Öte yandan bilgiyi yalnızca bir malumat olarak aktarmaz; yorumlar, yeniden üretir, teori ile pratik dengesini gözeterek yaratıcı bireyler yetiştirmeyi amaçlar; mensuplarına yerel ile evrensel olanın terkibine ilişkin sağlam ve doğru bir bakış açısı vermeyi hedefler.
"Bilgi"yi aklın ibadeti olarak gören alimlerimiz, ayrıca yine bilgiyi insan için ışık gibi kabul eder ve ışığını kaybedenin geceye/karanlığa kaldığını, geceye kalmanın ise "geçe kalmak", "gecikmek" olduğunu belirtirler. Geçe kalmamak, gecikmemek için yapılacak en doğru hareket en-iyi, en-doğru ve en-güzeli verecek üniversiteleri, hem bir kavram hem de bir kurum olarak kurmak ve geliştirmektir. İşte, biz de hayatta en güçlü şeyin bilgi olduğundan hareketle, dünyanın ulaşmış olduğu ilmî birikimi tarihî tecrübemizle birleştirip insanlığa ve milletimize karşı vazifemiz olan bir "değerler manzumesi" oluşturmalıyız. Bunun için, geçmişten geleceğe, kadimden moderne yaşanabilir ve sürdürülebilir bir dünyayı hedefleyen, inançlara saygılı, kişisel ve toplumsal gelişimi önceleyen, teknolojiye hadim olmadan hâkim olan ilim temelli bir çabaya ihtiyaç vardır.
İşte bu perspektifle vücuda getirilecek, mimarîsinden akademik kadrosuna,
kütüphanesinden araştırma merkezlerine kadar bu gaye doğrultusunda şekillenecek yeni nesil üniversitelerimizin, asırlardır ısrarla telaffuz ettiğimiz "medeniyet‟in teşekkülüne zemin ve iklim hazırlayacağından kuşkumuz yoktur.
Prof. Dr. M.İhsan Karaman
İstanbul Medeniyet Üniversitesi