Dinde Genel Kavramlarla Konuşma Sorunu: Din Nedir (2)
Müslüman filozofların hiç kuşkusuz en önemlisi Fârâbî'nin kelam bilginlerini eleştirdiği konulardan birisi, onların 'akıl' gibi açık ilkeleriyle temayüz eden bir 'cevherî varlığı' esas almak yerine 'taakkul' yani aklın fiilleri (akletmek) üzerine odaklanarak akletme eylemiyle aklı ayırt etmemiş olmalarıdır. Bunun sonucunda din sayesinde anladıkları ve yorumladıkları aklın kendisini tanımamış; aklı kuran ilkeleri, aklın ideal hallerini idrak etmemiş oldular. 'İdeal akıl' ve aklın doğuş öncesinde getirdiği ilkelerle düşünmeyi bilmeksizin böyle bir yola gitmek, din ile gerçek akıl arasında ciddi çatışmalar ortaya çıkarmış; dinin pratik bir amaçla örf ile ilişki kurması nedeniyle 'akılımsı' bir yapı ortaya çıkmış, din ideal akıldan uzaklaşmış, hatta ona yabancılaşmıştı. Hal böyle olunca din ile felsefe arasındaki çatışma kaçınılmaz hale geldi. Düşüncesine katılmak veya katılmamak bir yana, Fârâbî'ye göre bu hadise birkaç asır içinde yaşanmış olan hadisenin kendisiydi.
Fârâbî'nin söyledikleri sadece akılla ilgili değildi! İlk Müslüman cemaatin anlayışı içinde 'cevherî' bir varlık anlamıyla sadece akıl değil, başka üst ve genel kavram eksikliği vardı. Daha sonra düşünce tarihinde genel kavramlar şeklinde tebellür eden iman, İslam, ihsan gibi Müslüman bilimleri ortaya çıkarttığı kabul edilen alanlar veya kavramlar, ilk nesillerde özellikle de sahabe neslinde sınırlı bir fiil anlamında ve vaka bazlı düşünülen eylemlerle sınırlıydı. Başka bir anlatımla akıl, akletmek (taakkul) anlamıyla kullanıldığı gibi din veya İslam veya iman gibi ana kavramlar belirli bir fiille dindar olmak, bir şeye iman etmek, veya teslim olmak gibi meseleci bir çerçevede ele alınıyordu. Dindarlıktaki fiillerle dinin özdeşleştirilmesi kavramsal dilin gelişmesiyle birlikte başka bir noktaya evrilmiş olsa bile dinin ana metinlerinde kavramsal dili bulabilmek güç, hatta zorlama yorumlarla mümkündü. Bu itibarla sonraki kavramsal dil ile önceki neslin zihni arasında ilişki kurabilmek, hatta günümüzde ortaya çıkan anlamlarla sonraki nesiller -kavramsallaşmayı üretenler- arasında irtibat kurmak oldukça zor görünüyor.
Demiştik ki dindeki kelimelerin 'kavram' haline geldiği dönem ile (bunu şimdilik post-Hicaz yani Hicaz sonrasında ortaya çıkan dil ve düşünce dünyası olarak isimlendirebiliriz) ilk neslin zihin dünyası arasında 'din' kelime-kavramı üzerinden anlam ilişkisi kurmaya imkan verebilecek en elverişli örnek, Cibril hadis-i şerîfidir. O hadis-i şerîfte iman, İslam ve ihsan (kelimeleri, kavramları değil) ele alınmış, sonra da Hz. Peygamber bu üçünü 'din' olarak belirtmişti. Bu hadis-i şerîf bütün literatür içerisinde hem anlatımı hem içeriği bakımından oldukça sıradışı bir özelliğe sahip görünüyor. Hadis-i şerîf daha sonra Müslüman bilim tasnif geleneğinde konu edinilmiş, din bilimlerini sınıflandıran ve ana konularını belirleyen bir kaynak olarak kabul edilmiş, bilhassa din bilimlerinin varlıklarını meşrulaştıran bir rol oynamıştır. Bununla birlikte hadise bakılınca, bu yorumun abartılı olabileceğini düşünmek mümkündür; hatta burada da tam anlamıyla dinden değil, bireyin dindarlığından söz edildiğini düşünmek mümkündür.
Cebrail'in Hz. Peygamber'e "iman nedir?", "İslam nedir?" ve "ihsan nedir?" diye üç soru sorduğunu görmekteyiz. Doğrusu burada yine bir belirsizlik vardır: Acaba İslam'ın bu erken evresinde bu kavramlar tam olarak bu şekilde birbirinden ayrıştırılmış mıdır ya da ilk Müslüman zihinde böyle bir kavramsal açıklık gerçekleşmiş midir, bunu tespit etmek zordur; daha doğrusu her geleneğin farklı bakış açısıyla cevaplanabilir. Böyle bir soru hadisin sıhhat sorunuyla ilgili bir tereddüt anlamında sorulmalıdır; buradaki soru sahabe neslinin zihninde böyle bir kavram ayrımının bulunup bulunmadığı meselesidir. Müslüman bilim geleneğinde 'ehl-i hadis' böyle bir ayrımdan hareket etmemiştir; dolayısıyla iman, İslam ve daha sonra ihsanı müstakil alanlar gibi düşünmemiştir. Onların yaklaşımının en azından erken evrede hâkim anlayış olabileceğini kabul etmek gerekir. Bu anlamıyla "iman nedir?" sorusuna insanın iman edeceği konular nelerdir, şeklinde anlam vermek gerekirken "İslam nedir?" ile "iman nedir?" arasında fiiller alanında farklılık ortaya çıkacaktır. Bu farklılık İslam'ın beden fiilleriyle gerçekleşen bir alana karşılık gelmesiyle imanın zihinle -veya kalple- icra edilen fiillerden oluşmasıdır. Kurân-ı Kerîm'de iman ve İslam arasında böyle bir ayrım olduğunu kabul edebiliriz. Her halükârda burada mesele bazında bir ayrım ortaya çıkmaktadır: İman bir insanın belirtilen maddelere inanması iken İslam kelime-i şehadet ile birlikte dinin temel rükünlerini yerine getirmesi kabul edilir. En sonunda ihsandan söz edilir. İhsan ise her ikisini, yani iman ve ihsanı yerine getirme keyfiyetiyle sınırlıdır. 'Din' burada belirtilen ise üst ve genel bir kavramdan söz etmek mümkün görünmüyor.
Bizim sonraki nesillerde ortaya çıkan haliyle 'din' kavramını ilk kaynaklarda bulabilmemiz imkan dahilinde değildir. Bilhassa yaşadığımız dünyada din kavramının muhtevasıyla ilişki kurabilmek için Müslüman düşüncenin genel kavram dili oluşturduğu bir evreye kavuşması gerekecektir.
Ekrem Demirli
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.