8. FERMAN, BERAT VE MENŞURLAR:
Dîvân-ı Hümâyûn'da yazılıp hazırlandığı esnâda hangi pâdişâh tahtta bulunuyorsa onun tuğrasını taşıyan ferman, berat ve menşurlar, eskiden tomar (rulo) hâlinde, yahut da katlanmış olarak saklanılırken, yakın zamanlardan başlayarak duvarlara asılmağa başlanmıştır. Burada, onların muhtevâ bakımından incelenmesi yerine, hat ve bezeme san'atı bakımından kısa bir değerlendirilmesi sunulacaktır. En eski örneklerini Orhan Gâzî'de (saltanatı: 1326-1359) gördüğümüz tuğra (Resim 1),
Resim 1: Orhan Gâzî'nin fermanı. Alttaki yazı cinsi tevkî'dir.
gelişmesini ağır ağır sürdürerek Fatih Sultan Mehmed'in ikinci saltanatı sırasında (1451-1481) ilk tekâmülünü tamamladı (Resim 2)
Resim 2: Fatih Sultan Mehmed'in yarlığı.
ve devletin şa'şaasına uygun olarak Kanunî Sultan Süleyman devrinde (saltanatı: 1520-1566), klâsik görünüşünün en mükemmel şeklini buldu (Resim 3).
Resim 3: Kānûnî Sultan Süleyman'ın beratı. Alttaki yazı cinsi celî dîvânî ve zer-mürekkeble yazılmıştır.
Altın mürekkebi kullanılarak tuğra çekilip de bunun kıyılarının is mürekkebiyle tahrirlenmesi, hattâ tuğranın arasındaki boşlukların tezhiplenmesi de Fatih'le başlamakda ve devam etmektedir. XVII. asrın başlarına kadar tezhip san'atının bütün hünerlerinin icrâ olunduğu, zaman zaman tuğranın gelin duvağı gibi bezemeyle örtüldüğü muhteşem bir devre süregelmektedir (Resim 4).
Resim 4: Sultan II. Selim'in beratı, hem zer-mürekkeb, hem de is mürekkebi kullanılarak yazılmıştır.
XVII. asrın ilk çeyreğinden îtibâren tuğra da bâzan tezhip ağırlığı görülerek -hele XVIII. yüzyılda Batı tesiri başladıktan sonra- gittikçe eskisini aratır hâle düşmüş, şekli de sür'atle bozulmuştur (Resim 5).
Resim 5: Sultan I. Mahmut'un beratı. Alttaki yazı zer-mürekkeb ile yazılmış celî dîvânîdir.
Mustafa Râkım'ın (bkz. Hat San'atı/4, Resim 12) getirdiği ölçü inkılâbıyla XIX. yüzyıl başından îtibâren bir orantı şâheseri hâline dönüşen tuğranın bundan sonra tezhiplenmesine de gerek duyulmamış, yerine göre -Batı tesiri altında- güneş şuâlarının yayılmasını tasvîr eder gibi, bol altınlı bezemeye yer verilmiştir (Resim 6).
Resim 6: Hâşim Efendi'nin çektiği Sultan II. Mahmut tuğrası.
Râkım'ın başlattığı yeni biçim, âbide kitâbeleri üstüne konulan tuğralarda sıkça görülürse de (Resim 7),
Resim 7: Kapalıçarşı kapısı üzerindeki Sultan II. Abdülhamid tuğrası Sâmi Efendi'ye âiddir.
Dîvân-ı Hümâyûn'dan sâdır olan evrakda nâdir rastlanır. Tuğranın en güzel, fakat tezhipsiz sâde örnekleri Sultan II. Mahmud devrinden Osmanlı'nın sonuna kadar (1808-1922) çekilmiştir (Tuğra için 'yazmak' fiili yerine 'çekmek' fiili kullanılır) (Resim 8).
Resim 8: Sâmi Efendi'nin Sultan II. Abdülhamid için çektiği tuğra levhası.
Bu resmî belgelerde kullanılan hat cinsi de Osmanlılar'ın ilk asırlarında tevkî' yahut rıkā' ile sınırlıdır ve bu sebeple rahat okunur. Ancak XVI. yüzyıldan başlayarak kullanılan ve okunması güç olan dîvânî ve celî dîvânî yazılarının da hat san'atı cihetinden en mükemmel ve kāideli devri, tuğra gibi XIX. yüzyılda başlamıştır. Hattatların yazdıkları eserlere imza koymaları en tabiî hakları olmakla beraber, Dîvân-ı Hümâyûn'dan sâdır olan bu gibi gözde evrâkın tuğrasında da, yazı kısmında da kâtip imzası hiçbir vakit görülmez. Hattâ dîvânî ve celî dîvânîyi Dîvân-ı Hümâyûn hâricinde kullanamayacakları hususunda, buranın mensuplarına yemin ettirildiği rivâyeti de mevcuttur.
Ferman, berat, menşur ve diğer resmî yazışmalarda tuğra, dîvânî ve celî dîvânî yazıları için siyah, lâl (kırmızı), yeşil ve mavi mürekkeplerin, ayrıca altın mürekkebinin satırlara göre kullanılması (Resim 9),
Resim 9: Tuğrakeş Hakkı Bey'in çektiği Sultan Vahidüddin tuğrasının bulunduğu vezâret menşûru. Buradaki görülen celî dîvânî hattı, bu yazıdaki son mertebedir.
iki yazı nev'inden hangisiyle yazılacağı, zemînin zerefşan (serpme altın) bırakılması gibi hususlar keyfî değildir; Osmanlı teşrîfatına göre bir mânâ taşımaktadır. Fermanlar, doğrudan pâdişâhın emrini taşıdığı için, bâzan onun zâtî hattı ile "mûcibince amel oluna" cümlesini yazdığı görülür (Resim 10).
Resim 10: Sultan IV. Mehmed'in dîvânî kırması ile yazılmış fermânı. Pâdişah, tuğrasın sağ üstüne: "Fermân-ı âlîşânım mûcibince amel oluna. Hılâfından hazer oluna" cümlesini yazmış.
Bu sıralananlar dışında hat san'atı, tarihimiz boyunca ağaç, deri, mühür, yüzük, seramik kandil, miğfer üstü, kılıç veya bir âlet üstü gibi çok değişik sâhalarda uygulanmaya çalışılmıştır; fakat bunların büyük bir kısmında, hattın kalemden çıkmasındaki güzellik de kaybolmuştur.
Prof. Uğur Derman