Arama

Prof. Uğur Derman
Temmuz 5, 2024
Fuad Şemsi İnan - 1

Aziz okuyucularımız, başlayalı kaç yıl oldu, bilemiyorum amma Fikriyat'taki musâhabelerimiz haylı eskidi. Yazılarımızın artık sonuna geldik. Şahsiyeti ve hüviyeti itibariyle yeni neslin hemen hemen hiç tanımadığı, Mehmed Âkif merhumun en yakın dostu Fuad Şemsi İnan'ı "hıtâmuhû misk" kabîlinden sizlere birkaç makalede tanıtmayı ve bu yazı serimizi bununla tamamlamayı münasip gördük.

"Fuad Şemsi İnan" denilince, tanıştığı 1910 yılından 1936'nın sonuna kadar Mehmed Âkif Ersoy için -eski tâbirle söyleyeyim- bezl-i vücûd etmiş, yâni varlığını adamış olan bir muhterem şahsiyet göz önünde canlanır. Âkif'in İstanbul'da yaşadığı senelerde olsun; seyahat, resmî veya gayriresmî vazîfeyle taşrada bulunduğu zamanlarda olsun, bu keyfiyet değişmemiştir. (Resim: 1)

Fuad Şemsi Bey'in ismini duymam ve uzak mesafeden de olsa şahsını görmem 1953 yılı yaz aylarından birine rastlar. Mâhir İz (1895-1974) hocam ile bir Boğaziçi tenezzühüne çıkmıştık, üstdeki açık arka güvertede oturuyorduk. Vapurumuz İstinye iskelesine yanaştığında, Mâhir Hoca iskelenin hemen yanında bulunan ahşap yalının penceresi önünde oturan zâtı: "İşte bu görünen Fuad Şemsi Bey'dir" sözleriyle işaret etmişti. Gemi iskeleden ayrıldıktan sonra da onun husûsiyetlerini anlatmağa devam eden Mâhir Bey, Âkif merhûmun kendisine karşı sevgisinden dolayı Safahât'ın altıncı kitabı olan Âsım"Kardeşim Fuad Şemsi'ye" hitâbıyla şahsına ithâf ettiğini hatırlatmıştı.

Yine o sıralarda Eşref Edib'in (1882-1971) Mehmed Âkif'e dâir kitabına (İstanbul 1938) sahhaflar çarşısında rastlayıp almıştım. Âkif'in dostları arasında adı sık geçen Fuad Şemsi'ye ayrılmış bulunan bahsi (s.324-326) merakla okudum. Burada Fuad Bey'in Âkif için neler neler yapdığı anlatıldıktan sonra, onun da Fuad Şemsi'ye "Sen benim yalnız vefâkar dostum değil, aynı zamanda en hakîkatli evlâdımsın" deyişi naklediliyordu.

Fuad Şemsi Bey'i -bir teşehhüd mıkdârı- görüşümden dokuz yıl sonra teşerrüfümü ve bunun devâmını nakletmeyi ileriki sahifelere bırakıp, şimdi onun hayat hikâyesini anlatmayı uygun buluyorum.

Fuad Şemsi, Posta ve Telgraf Nezâreti memurlarından Mehmed Şemsi Efendi'nin oğludur. 1883'de İstanbul'da doğdu. İlk tahsîlini Nümûne-i Terakkî Mektebi'nde tamamladığı sırada babasını kaybedince orta ve lise tahsîlini Dârüşşafaka'da bitirip 1905'de Mülkiye'nin yüksek kısmından 'Pekiyi' derece ile me'zûn oldu. Aynı yılın Eylül ayında Maarif Nezâreti'ne intisabla Kalem kâtibliğinden sonra Tedrîsât-ı İbtidâiye müfettişliğine getirildi. Fuad Şemsi Bey hakkında yazılmış belli başlı ilk makalede onun maârif hayâtı kapsamlı bir biçimde anlatılmaktadır (Bahri Ata, "II. Meşrûtiyet Dönemi'nin Değerli Bir Maârifçisi: Fuad Şemsi İnan", Türk Yurdu, Temmuz 2008, s.98-101.).

Sâtı' Bey'in (1880-1968) müdîrliği devresinde Dârü'l-Muallimîn-i İbtidâî müdîr muavinliğine 1909'da tâyîn olundu. Kendisini o yıllardan tanıyan İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu (1886-1978) Fuad Şemsi Bey'i şöyle anlatıyor:

"Müdîr muâvini yalnız günün, saatin değil sâniyelerin bile hakkını veren, çok çalışkan, çok titiz, çok vazîfesever bir insandı. Diyebilirim ki, meslek hayâtımda rastladığım ilk "Avrupalı tip" budur. Müdîr muavininin en büyük husûsiyetlerinden biri temizliğiydi. Onda bu temizlik sadece bir huy değil, bir inanç ve bir dindi. İşte bu dînî tutku kuvvetiyledir ki, o eski ve köhnemiş âdetler yuvasını tertemiz bir yurd hâline getirdi. Fuad Şemsi hiç şübhe yok ki, memleketin en insânî kültürü taşıyan en değerli insanların biridir… Bakın bu adamın en büyük hususiyetlerinden biri de insanları tanımasıydı. Bâzan herkesin tapındığına o, hiçbir değer vermez; bâzan da kimsenin bir değer vermediğine, o, değer verirdi. Hükümleri yanılmıyordu, görünüşde insanın bütün iç yüzünü görebiliyordu. Onun için, yeni bir ziyâretçi karşısında vereceği tepkilere çok dikkat ediyordum…

Fuad Şemsi bütün meslek hayâtımda beni en iyi anlayan arkadaş oldu. Hattâ beni ilk anlayanlardan biri de kendisidir. Maârif Nezâreti adına Avrupa'ya gönderilmem, işimde önayak olan da kendisidir. Fuad Şemsi'nin güzel san'atlara, hele resme karşı beslediği derin ilgi onu Türk plastiği üzerine dâimâ düşünen ve çalışan bana çok yaklaşdırmışdı. Fuad Şemsi, elişi öğretiminin pedagojik rolüne inanıyordu; o kadar değil, gençlik hesabına bu işlerden çok şey bekliyordu". (İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu, Hayatım, İstanbul 2005, s.157-158.)

Fuad Şemsi Bey'in, gençlik yıllarında kendisine yardımını esirgemediği -bizim anlayışımıza göre İsmâil, kendi anlayışına göre İsmayıl- Hakkı Baltacıoğlu'na daha sonraki uçuk davranışlarından dolayı aynı alâkayı gösterdiğini söylemek mümkün değildir. Bu vesileyle rahmetli Prof. Dr. Nihad M. Çetin'in (1924-1991), Baltacıoğlu'nun bu hâli için yazdığı kıt'ayı nakletmeliyim:

"Dün ünlü müfessir Taberî, şimdi Pikasso,

Bir kendi rebâbında makam bulmadı, gitti.

Üstâdın adı Baltacı'dır, Baltacı ammâ,

Heyhât ki, bir baltaya sap olmadı, gitti!".

Şimdi de Fuad Bey'in -kendi ifâdesiyle- Mehmed Âkif'le tanışmasını nakledelim:

"Âkif'le Meşrûtiyet'den bir buçuk sene sonra, Fatin Hoca'nın (1878-1954) delâletiyle ve ben Dârü'l-Muallimîn'in müdîr muâviniyken, gıyaben tanıştık. Fatin hoca bir sene ondan bana, benden ona selâm getirip götürdü.

Bir gün kebapçı Kâmil'de Ahmed Naîm (1870-1934) merhuma rastladım, yanına oturdum. Selamdan sabahdan sonra karşısında oturan kara sakallı, temiz yüzlü adamı göstererek: 'Tanışmıyor musunuz? Nasıl olur, her gün selamlaşıp da…' dedi. Âkif'le o gün galiba iki-üç saat, mektebde oturup görüşdük. Son gününe kadar süren bu dostluk içinde, her mülâkātta istikbal ve nihâyet hâl bahisleri o kadar yer tutardı ki, onun mâzîsinden ve kapağı bir türlü açılamayan hazîne-i irfânından kana kana istifâdeye ve bahse imkân kalmazdı. Ne yazık!

Galiba ben de dostuma yaradığımı bilmem, bereket versin düşmanıma da kemliğim dokunmaz. Dostuma bir yararlılığım, karşıma gelince kusurlarını saymak olur. Bu da, onu dostluğuma peşîmân eder. Buna sonuna kadar dayanan bir iki ahbab kaldı. Allah onlarla da encâmımızı hayr eyleye… Âkif'i anarken, dostluğun bu güdük şeklinden bir kerre daha azab duyuyorum. Merhûmun en sevdiğim parçalarındandır:

Dün beyinlerde kıyâmet koparan hikmeti al,

Bu günün zevkıne sor, beş para etmez ciğeri.

Gündüzün başların üstünde gezen şâheserin,

Gece şâyed arasan, mezbeledir belki yeri.

İsteyen almağa baksın boyunun ölçüsünü,

Geri dur sen ki; peşîmân, atılanlar ileri!

O ne çok bilmiş adamdır ki, gider sessizce,

Ne esermiş, ne semer; kimsenin olmaz haberi.

Bunu beraber okuduğumuz zaman: 'Bu benim için, hakkım da belli' dedim. O, gülerek: 'Züğürt tesellîsi' dedi" (Hasan Basri Çantay, Âkifnâme, İstanbul 1966, s. 242-244).

(Bu makâlenin devamı gelecek hafta...)

Prof. Uğur Derman

Resim altı:

(Resim 1: Fuad Şemsi İnan'ın 1930'lu yıllardan bir resmi)

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN