Meşhur bir kavle göre; insanoğlu için, her şey bir hakediştir. Bize, dünyada ve ahirette; yapıp ettiklerimizin karşılığı verilir.
Bir başka ifadeyle; sahip olduğumuz şeyleri, niyetlerimizin ve gayretlerimizin sonucu olarak elde ederiz. Sevdiğimiz, değer verdiğimiz her ne varsa; onlar için emekler harcar, fedakârlıklar yapar, bedeller öderiz.
Bunlardan bazıları; uğrunda en kıymetli varlığımız olan canımızı bile feda etmeyi göze alacak kadar büyük derdimizdir, davamızdır. Engelleri aşmak için, dağı deldiren; menzile ulaşmak için, ölümü öldüren sevdamızdır.
Çünkü ölümü göze alamayanlar, uzun yaşamayı garanti edemezler. Neslinin ve asrının "Simurg"u olamayanlar; "Kaf Dağı"na gidemezler.
BİR HİLAL UĞRUNA ÖLMEK
İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Çanakkale Şehitlerine adlı şiirinde; "Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor/Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor" demişti. Dinini, devletini, vatanını, milletini korumak için canından ve cananından vazgeçen gencecik şehitlerimizin; "Bedr'in aslanları kadar şanlı" destanını dile getirmişti.
Şimdilerde, içeride kanatılan yaralarımız, dışarıda kuşatılan sınırlarımız; bizi, yeni destanlar yazmaya zorluyor. Zamanın ruhu; uyuyanlara uyanma, uyananlara kalkma, kalkanlara yürüme, yürüyenlere koşma, koşanlara uçma fırsatı sunuyor.
Bu fırsatı iyi değerlendirebilirsek; iki cihanda da bahtiyar olacağız. Tarihin sesine kulak verip, davetine icabet edebilirsek; huzuru ve güveni hakim kılacak, asırlar boyu payidar kalacağız.
DAVA TAŞINI GEDİĞİNE KOYMAK
Üstat Necip Fazıl Kısakürek, Sakarya Türküsü adlı şiirinde; "Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur/Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur/Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük/Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük/ Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya/Binbir başlı kartalı, nasıl taşır kanarya?" mısraları ile derdimizin, davamızın büyüklüğüne dikkati çekmişti. Gençliğe Hitabe'sinde ise; "Anadolu kıtası büyüklüğündeki dava taşının, gediğine konması"nı vasiyet etmişti.
O günün gençleri, bugünün yetişkinleri oldular. Zorlu bir sosyal ve siyasal mücadelenin sonunda; ciddi kazanımlar elde ederek, "dava taşı"nı omuzlayacak hale geldiler.
Ancak, yükümüz büyüdü; Anadolu kıtasına ilave olarak, tüm Osmanlı Coğrafyası'nı ve bilumum İslam Dünyası'nı da içine aldı. Çünkü bir yandan dünya "global bir köy" oldu, öte yandan Türkiye bütün mazlum milletlerin yegane "ümit ve güven kapısı" haline geldi.
KURUCU DEĞERLERE DÖNMEK
Son günlerde, Devlet'in Baş'ı, Cumhur'un Reis'i; "kurucu değerlere geri dönmek"ten söz ediyor. Aslında, "kalıcı değerler"e dikkat çekerek; "Hırsızla, yolsuzla, yorgunla, bitkinle, gafille, hainle işimiz olmaz" diyor.
Ayrıca; hak ve hakikat için karşılıksız "nöbet tutanlar" ile kendisi ve yakınları için "ganimet peşinde koşanlar" arasındaki farkı vurguluyor. Başta, beyinde oluşan farkındalığın gövdeye ulaşması için; her fırsatta tekrar ediyor, ısrarla üzerinde duruyor.
İşte bu, kurucu ve kalıcı değerlere geri dönüşü; iktidarıyla muhalefetiyle tüm partilerin, ilgi ve ihtisas alanlarına göre örgütlenmiş tüm sivil toplum kuruluşlarının, mezhepler ve meşrepler yelpazesi içinde yer alan tüm grupların, cemaatlerin kendi içlerinde yapmaları gerekir. Çünkü, sosyal ve siyasal yapıları iğdiş eden, hastalıklı hale getiren arızalar giderilmeden; dahili ve harici şer odaklarının bütün cephelerde devam eden saldırılarına karşı koyarak, dava taşını gediğine oturtturacak diriliş ve direniş ruhunu yakalamak mümkün değildir.
YENİDEN YOĞRULMAK
Allah (c.c.), Tevbe Suresi Ayet 24'te, mealen; "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, mensubu olduğunuz aşiret (oymak ya da boy), kazanıp (biriktirdiğiniz) mallar, kötüye gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız (ve huzur içinde oturduğunuz) evler (konutlar) size Allah'tan, Peygamber'den ve Allah yolunda cihad etmekten daha önemli (bağlayıcı) geliyorsa; o zaman, Allah hükmünü gerçekleştirinceye kadar bekleyin. Ve (bilin ki), Allah, yoldan çıkmış (fasık) bir toplumu doğru yola iletmez" buyuruyor. Böylece; varlık sebebimiz olan, hayatımızın gayesi haline gelen bir "dava" uğrunda, neleri feda etmeyi göze almamız gerektiğine dair bir çerçeve sunuyor.
Bunun için; kurucu ve kalıcı değerlerin teknesinde, yeniden yoğrulmamız gerekiyor. Dava adamı olanlar, yokluk içinde varlığı bulanlar; "O kadar büyüktür ki, bu en şerefli dava/Ezilirsin altında, sanki hamur olursun/ Dökülür ta içine, iman suyu bir kova/Maharetli bir elle, yeniden yoğrulursun" diyor.
Bir de şu var ki; ayağının altında cennet olan analar, hamur yoğururken de çocuk doğururken de, besmelesiz adım atmaz ve abdestsiz yere basmazmış. Yoldaşı Allah olanların; ayağını tırpan, yolunu şeytan kesmezmiş.