İman, amel, tavır bütünlüğünden oluşan din; eskiden beri, fertleri birbirine bağlayarak "millet" ya da "ümmet" yapan temel değerlerden biri olarak tespit edilmiştir. Onun için, aramızda ihtilaf çıkararak bizi bölmeye ve parçalamaya çalışanlar; her fırsatta, bu bağı koparma veya zayıflatma niyeti, gayreti içine girmiştir.
Bir dine inananların ve o dinin ilkelerine ve prensiplerine göre yaşamaya çalışanların; inançları ve ibadetleri ile birlikte, bir de "sembol" ya da "işaret" özelliği taşıyan değerleri vardır. Onların görüldüğü, duyulduğu, taşındığı yerlerde; o dine mensup kimselerin bulundukları anlaşılır.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde ve bölgelerinde yaşayan, farklı dillerden ve kavimlerden Müslümanların var oluş sembollerinin veya işaretlerinin başında; "ezan, kamet, salâ" geliyor. Bu yollarla; "hâkim güç" ya da "inandığı gibi yaşama hakkına sahip topluluk" olduğumuz ilan ediliyor.
Hicret'in birinci veya ikinci yılından itibaren, her beldede günde beş vakit tekrar edilen "ezan" okuma söyleminin ve eyleminin; "bildirmek, duyurmak, ilan etmek, çağırmak" gibi anlamları var. Mesajı ve muhtevası bakımından, müezzinler; insanları hem namaza, hem de İslâm dinine çağırıyorlar.
Farz namazlarından önce okunan ve dilimize "kamet" şeklinde yerleşen ikâmet; "hakkını vererek yapmak, yerine getirmek, doğrultmak, devam ettirmek" demek. Ezanın mesajını ve muhtevasını, bir başka şekilde vurgulayıp pekiştirmek.
Onun için; yeni doğan bebeklerin sağ kulaklarına ezan, sol kulaklarına kamet okuyarak isimlerini koyuyoruz. İlk duydukları sesin, mesajın, muhtevanın Allah'ın dinine davet olmasını; dünya hayatlarının, bu meşru sınırlar içinde kalmasını istiyoruz.
Cuma, bayram, cenaze namazlarına çağırmak veya olağanüstü bir durumu ilan etmek için okunan "salâ" ise; daha geniş bir mesaj ve muhteva taşıyor. Özet olarak; "namaz, ibadet, dua, hürmet, diriltme, canlı tutma, uğrunda bütün gücünü kullanarak destekleme, ayağa kaldırma, dik durma, meydan okuma" gibi muazzam bir anlam haritasına ulaşıyor.
İşte bu noktadan hareketle, 15 Temmuz 2016 gecesi muhatap olduğumuz "darbe, işgal, iç savaş girişimi" sırasında; Türkiye genelinde, minarelerden salâ okundu. Dinin ve devletin, vatanın ve milletin tehlikede olduğu bilgisi; kültür ve medeniyet geleneğimize uygun olarak, yüksek sesle duyuruldu.
Yüz yıl önce, dedelerimiz; yedi düvelin yamyamlarına karşı, iman dolu göğüslerini siper etmişlerdi. Vatan topraklarını kanlarıyla sulayıp, canlarıyla besleyerek; cümle âleme, "Çanakkale geçilmez" dedirttirmişlerdi.
Yüz yıl sonra, o şanlı ecdadın kahraman torunları; aynı soylu savunmayı sergilediler. Yeniden yazılan sivil diriliş ve direniş destanını görenler; hep bir ağızdan, "Türkiye geçilmez" dediler.
Ancak; atalarımızın veciz ifadesiyle, su uyur düşman uyumaz. Dün olduğu gibi bugün de, bu gün olduğu gibi yarın da; "şer odakları", şeytanın paralı ya da parasız askerliğini yapma gafletinden ve ihanetinden geri durmaz.
Yıllar önce birileri, bedeli şehit kanlarıyla ödenmiş öz yurdumuzda, bize "parya" muamelesi yaparak; ezanımızı, kametimizi, salâmızı susturmaya veya içini boşaltıp, anlamsız ve değersiz bir sesleniş haline getirmeye kalkıştılar. Dini hayatın dışına çıkarıp, etkisiz alanların arka bahçesine hapsederek; Allah ile kulları arasındaki bağları koparmaya, mesafeleri açmaya çalıştılar.
Şimdilerde, onların izinden ve istikametinden yürüyen malum kimseler ve kesimler; Ayasofya'nın yeniden ibadete açılmasından, Taksim meydanına cami yapılmasından fevkalade rahatsız oldu. Medyaya yansıyan mesajlardan anlaşıldığına göre; gece yarısından sonra yayınlanması yasaklanan "müzik" ile tevhit, vahdet, kurtuluş çağırısı olan "ezan" aynı kefeye konuldu.
Bunca tarihi tecrübeye rağmen; bir şeyi unuttuklarını, ihmal ettiklerini görüyoruz. TÜİK verilerine göre; 15 Temmuz direnişinden sonra doğan erkek çocuklara, en çok "Ömer Halisdemir" adının verildiğini biliyoruz.
Her birinin sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okunuyor. Kültür ve medeniyet geleneğimizde, genetiğimizde mevcut olan "milli ve dini ruh"; bir kilim deseni gibi, ilmek ilmek dokunuyor.
Toprağa atılmış tohumlar misali; günü geldiğinde yeşerip, ortaya çıkar. Din, devlet, vatan, millet mücadelesi için yeniden meydanlara inmemiz; müezzinin okuyacağı salâya bakar.
Dünden bu güne, bu günden yarına; dede aynı dede, torun aynı torun. Ey şeddeli gafiller, şeytanî hainler; haddinizi bilin, hududunuzda durun…
Zekeriya Erdim