Son yıllarda, öncelikli gündemlerimizden biri; "aile" oldu. Her gün biraz daha fazla konuşulur, tartışılır hale geldi.
Çünkü, ilk ve son kalemiz olan aile kurumu; yıkılmaya, yok edilmeye çalışılıyor. Dijital devrimin getirdiği araçlarla, gereçlerle bütün engeller aşılıp hücrelere, dokulara, organlara, organizmalara kadar ulaşılıyor.
Anketler, kamuoyu araştırmaları, deneyler, gözlemler, istatikler; tehlikenin giderek büyüdüğünü gösteriyor. Uluslararası lobilerin, büyük bütçeler ayırarak yaptıkları yahut yaptırdıkları ifsat çalışmalarının sonucu olarak; "cinsiyetsiz insan-ailesiz toplum" anlayışı ve yaşayışı olağan hale geliyor.
Mayıs ayı içinde "Anneler Günü" ve "Aile Haftası" etkinlikleri vardı. İlgili kişiler ve kurumlar; bu alandaki sorunları tespit etme, çözümleri teklif etme niyeti ve gayreti içine girdi.
Biz de meseleyi yeniden ele alma gereği duyduk. Temel tespitlerimizi alt alta yazıp yol haritası yapmak için önümüze koyduk.
Hayatın ana unsurunun "insan" olduğunu hepimiz biliyoruz. İnsan bozulunca her şeyin bozulduğunu, insan düzelince her şeyin düzeldiğini yakinen görüyoruz.
İnsanın oluşmasında, gelişmesinde birinci derecede etkili kurumun "aile" olduğu; cümle âlem tarafından kabul ediliyor. Bu sosyal yapı bir kadın ile bir erkeğin, "nikâh" bağı ile bağlanarak birleşmelerinden, bütünleşmelerinden meydana geliyor.
Aileler; ortak değerler zemininde buluşarak, "toplum" oluyorlar. Her biri birbirlerini destekleyip tamamlayarak, büyük bir zincirin halkaları haline geliyorlar.
Zincirin gücü; en zayıf halkasının gücü kadardır. Bir halkayı kıran; binlerce halkadan meydana gelen zinciri koparır.
Aile olmak, sağlam yuvalar kurmak; kişisel, kurumsal, toplumsal hayatımız için fevkalade önemlidir. Bunun önündeki engelleri kaldırmak, yanındaki tehditlere ve tehlikelere karşı koymak için; gerekirse "seferberlik" ilan edilmelidir.
Biz, hepimiz birbirine kenetlenmiş ilmikler, birleşerek yumruk olmuş parmaklar gibi aileyiz, akrabayız, sülaleyiz, hemşeriyiz, milletiz, ümmetiz. Yurdumuz, yuvamız, bölgemiz, dünyamız şen olsun diye el ele, gönül gönüle yürümekteyiz.
Zamana ve mekâna sığmayan bir yolun yolcularıyız. Uçsuz bucaksız bir okyanusta; inci, mercan avcılarıyız.
Yalnızken bir anne ile bir babadan dünyaya gelen bireyleriz. Birlikte ise; geçmişe kök salan, geleceğe dal uzatan ağaçlardan oluşmuş ormanlar misali, büyük ve güçlü bir aileyiz.
Kadın ile erkek; hayat ufkunda uçan insanlık kuşunun iki kanadı gibidir. Dünyevi ve uhrevi gayelerimiz; yüksek ve yüce tepelerin başındaki yaylalarda, platolarda çiçek açıp meyve verir.
O yüksek ve yüce tepelerin başına, sağ salim ulaşmanın yolu; iki kanadın, birlikte uçmasıdır. Birlik, dirlik içinde; dengeli ve uyumlu hareket etmeyi seçmesidir.
İlim, irfan sahipleri; "Bir insan yetiştirmek için bir ev, bir köy, bir şehir, bir ülke, bir dünya kurmak gerekir" diyorlar. Ayrıca ve ilaveten; "toplum ağacının tohumunun da toprağının da aile olduğunu" söylüyorlar.
O halde düştüğümüz yer de kalkacağımız yer de burasıdır. Bir tek ailenin derdi ve çaresi bile; ülkenin ve toplumun, dünyanın ve insanlık âleminin ortak derdi ve çaresidir.
Bir evi ve aileyi yönetmek ile bir ülkeyi ve toplumu yönetmek arasında kemiyet açısından fark olsa da, keyfiyet açısından yoktur. Aile ağacına düşen kıvılcım, toplum ormanında büyüyüp yangın olur.
Çoban vardır; elinde sopayla, döverek-söverek koyun güder. Çoban da vardır; bir ağacın-taşın dibine oturup, kaval çalarak yahut türkü söyleyerek sürüsünü sevk ve idare eder.
Annenin, babanın, öğretmenin, idarecinin, aydının, yöneticinin, hâsılı yetki ve sorumluluk sahibi kimselerin iyisi; koyunu kavalla yahut türküyle güden çoban gibidir. Elindeki sopaya değil; ağzındaki kavala, dilindeki türküye güvenir.
Taş taşa yaslanmasa, duvar olmazdı; duvar duvara vermese, kale kurulmazdı. El eli yıkamasaydı evde ve ailede, ülkede ve toplumda, dünyada ve insanlık âleminde; gökler ağarmazdı, gönüller durulmazdı.
Evimiz, devletimiz; sevgimiz, servetimiz. Öyle yuvalar kuralım, öyle aileler olalım ki; büyüsün, genişlesin dünya ve ahiret cennetimiz.
Sonuç olarak; tohuma da, toprağa da sahip çıkmalıyız. Karanlık gecelerin üstüne güneş doğup, yolumuzu aydınlatmasını istiyorsak; kendi evimizden ve ailemizden başlayarak, her birimiz bir mum yakmalıyız.
Zekeriya Erdim