İslâm'ın ilk dönemlerinde gerçekleşen fetihlerden sonra İslam'ın bugünkü Irak-ı Acem (Batı İran)'da yayılmasından önce bölgede ilk hastahanelerin o gün Cündişâpûr'da daha çok yaygın ve mevcut olduğunu görüyoruz. Cündişâpûr eski İran-Sasanî Imparatorluğunun Hûzistan bölgesinde olup başkenti Kteziphon (Medain)'a yakın bir bölgedeydi. Sasanî Devleti'nin ilk dönemlerinde eski Yunan hastahaneleri örnek alınarak bölgedeki ilk hastahaneleri kuran Sasani imparatoru I.Şapur olmuştur. Sasani tabibleri tıp dili olarak eski Yunanca ve Aramca'yı kullanırlardı. Cündişâpûr'daki hastahanelerin kurulmasında bölge Süryanîleri'nin ve Bizans'tan gelen Nasturîler'in de rolü ve etkisi vardı. Sasanî Devleti'nin ilk dönemlerinden beri burada var olan hastahanelerin etkisiyle Cündişâpûr halkı tıp alanında büyük bir beceri elde etmişlerdi. Cündişâpûr tabipleri eski Yunan ve Hind tıbbından aldıkları bilgileri gayet iyi bir şekilde kullanmış ve fevkalade geliştirerek büyük tabipler yetiştirmişlerdi. Özellikle kendi bölgelerinin iklimine uygun ilâç türlerini geliştirdiklerinden İslam öncesi Araplar üzerinde büyük etkileri olmuştu. Cündişâpûr hastahaneleri ve tıp okullarının etkisi Islâm'ın bölgede siyasi etkinliğinin iyice ortaya çıktığı günlere kadar devam etmiştir.
Abbasî Devleti'nin bütün İslâm dünyası ve dolayısıyla bütün Ortadoğu, Ön Asya ve Kuzey Afrika'da etkin bir hale geldiği döneme kadar Cündişâpûr tabipleri O günün tabiplerinin en büyük üstadları olarak kabul edilmektedir. Buna bağlı olarak da hastahaneleri o günkü dünyanın en gelişmiş hastahaneleri idi. Ancak Abbasî Devleti'nin iyice güçlenip bilhassa Halife Mansûr döneminde Medinetu's-Selâm adıyla "Bağdad"ın kurulması ve bu önemli şehrin bütün ilimlerin merkezi olduğu gibi aynı zamanda hilafet merkezi olması bölgenin bu alanda gelişmesine yol açmıştır. Abbasî Halifesi el-Mansûr, düçar olduğu bir hastalığın tedavisi için Cündişâpûr'dan tabip istemiş ve kendisine meşhur tabip ailesinden Cercîs İbn Buhtişû' gönderilmişti. Arab dünyasını ve ilk günlerden beri Islâm dünyasını tabipleriyle besleyen, hastalarını tedavi eden Cündişâpûr, cahiliye devri tabiplerinden Haris İbn Kelede'den Cercis Ibn Buhtişû'a kadar, Hz. Peygamber, Dört Halife ve Emevî hükümdarlarının genellikle bu şehirde yetişen tabiplerinden yararlandıkları bilinmektedir.[1]
Abbasî Devleti'nin kurulmasıyla yönetimin Irak'a taşınıp Bağdad'ın el-Mansûr tarafından inşâ edilmesiyle Islâm dünyasının kalbi artık burada çarpmaktaydı. Özellikle güçlü bir yönetimin ortaya çıkmasıyla Bağdad bütün ilim adamları için adeta bir karargah haline geldi. Bir çok ilim dalında yetişen İslâm dünyasını aydınlatan büyük şahsiyetler hep Bağdad'ta bulunmuşlardı. Bağdad'ın bu şekilde bir ilim merkezi haline gelmesiyle Cündişâpûr'dan bir çok tabibin buraya gelmesine yol açmıştı. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi Mansûr bir hastalığa düçar olunca Cündişâpûrlu meşhur tabip ailesinden Buhtişû'lar'dan bir kaç kişinin baba oğul ve torunun arka arkaya Bağdad'a gelmesini sağladı. Cercis İbn Bahtişû' ve oğulları Bağdad'ın vazgeçilmez tabipleri oldular.
Bağdad Harun er-Reşîd Hastahanesi : 170 (786) yılında hilafete geçen Harun er-Reşîd göreve başladıktan kısa bir müddet sonra o sıralarda Abbasî sarayında bulunan Cündişâpûrlu tabip Cebrail İbn Buhtişû'a verdiği bir talimatla Bağdad'da derhal bir hastahane kurmasını istemişti. Cibril (Cebrâil ) İbn Bahtişû' bu aile içinde II.Cebrâil diye anılır. 213 (828) yılına kadar yaşayan Cebrâil Ibn Bahtişû' Harun er-Reşîd için kurduğu bu hastahanenin Harun'un hilafetinin ilk dönemlerinde olması ihtimali bir hayli zayıftır. Ama daha sonraki yıllarda özellikle 175/791 yılından sonra olma ihtimali vardır. Çünkü Harun'un hilafete geçtiğinin ilk yıllarında bunun babası Buhtişû' İbn Cercis Bağdad saraylarında yaşamakta olup çok daha etkin bir rol oynuyordu. Fakat Cebrâil 175/791 yılında Harun'un gözde veziri olan Ca'fer İbn Yahya el-Bermekî'ye özel tabip olduğu bilinmektedir. Bu sıralarda Harun er-Reşîd'in cariyelerinden birisi çok şiddetli bir baş ağrısına tutulunca bunun tedavisini Cebrâil yapmış ve bu arada saraya girerek büyük bir şöhrete kavuşmuştu. Harun er-Reşîd'e yirmi üç yıl müddetle hizmet ederek ona tabiplik yapmış ve bu uzun müddet içinde aylık on bin dirhem maaş almıştır. Cebrâil'in kurduğu Bimaristan'da ayrıca Masaveyh el-Hûzî'nin de baş tabiplik yaptığı bilinmektedir.[2]
İslâm hastahaneler tarihinde Müslümanlar, kendilerinden önceki medeniyetlerden devraldıkları cüz'î tıbbî bilgileri adeta devleştirerek geliştirmişlerdi. Özellikle hastahanelerde yönetim ile ilgili yenilikleri Müslümanlar oluşturmuştu. Hastahaneler için bir idari mekanizma, muhasebe bölümü ve eczahaneyi kurmayı Müslümanlar gerçekleştirmişlerdir. Hatta çağımız hastahanelerinde bulunan her şey o günkü hastahanelerde mevcut olduğunu söylersek mubalağa kabul edilmemelidir. Bu Hastahanelerde ayrı klinikler, ayrı servisler ve poliklinikler vardı. Özellikle bazı farklı hastalıklar için ayrı klinik ve poliklinikler mevcuttu. Örneğin cüzzam, göz hastalıkları ile akıl ve sinir hastalıkları için özel bölümler kurulmuştu. Hatta hastaları taşımak için özel araçlar bulundurulurdu. Her hastalık için gerekli ilâç ve tedavî malzemeleri mevcuttu. Kırsal kesimlerdeki köylere bu hizmetlerin ulaştırılmasına çalışılmış, buralarda çıkan bulaşıcı hastalıkların tedavisi için seyyar hastahaneler oluşturulmuştur.
Ayrıca Abbasî hapishane ve mescitlerinde de revir ve klinikler vardı. Devlet dairelerinin bazılarında da küçük sağlık ocaklarına rastlanıyordu. Meselâ 311(923) yılında Abbasî veziri İbnü'l Furat vezaret makamında çalışan memurlar bir birim oluşturmuş, burada çalışanlar kendi binalarının içinde, uzaktaki bir hastahaneye gitme ihtiyacı hissetmeksizin devlet tarafından ve ücretsiz şekilde tedavi ettirildikleri anlaşılıyor.[3]
Bermekîler Hastahanesi : Abbasî tarihinde dört büyük halife döneminde vezirlik görevini yürütmüş Pers asıllı bir aile olan meşhur vezir ailesi Bermekîler de Abbasî Halifelerinin yaptırdığı ilk hastahaneleri aynen taklid ederek kendi imkânlarıyla Bağdad'da bir hastahane inşâ ettirmişlerdi. Kaynaklarda İbn Dihnî (veya Dehn) el-Hindî adında bir tabibin Bermekîler'e ait bir hastahanede tabiplik yaptığı kaydedilmektedir. Bu hastahane hakkında geniş bir bilgiye sahip değiliz, ancak Bermekîler'e ait bir hastahanenin Bağdad'ta var olduğunu görmekteyiz. İbn Dehn'in Sanskritçe'den Arapça'ya bazı tıbbî eserleri tercüme ettiği de kaydedilir.[4]
(Konuya devam edeceğiz)
Ahmet Ağırakça