Toplumda farklı insan grupları olur. Bunlara İslâm tebliğ edilmiş ve varmış olduğu kanaatindeyiz. Bugünkü kitle iletişim araçları ve sosyal medya ağları ile her türlü bilgiye ulaşmak kolay olduğundan İslamî tebliğ bunlara ulaşmış ve biz Müslümanların sorumluluğu üzerimizden kalkmıştır. Ama bir kısmı inatlarından dolayı iman etmek istemiyor ve: "Biz dini bir hayata karşıyız" diyorlar. Bizim için: "Bunlar bizim yaşama tarzımıza karışıyorlar," şeklinde suçlamalıklarda bulunuyorlar.. Müslümanlar bunların hangi yaşama tarzlarına karıştı ki? Ancak gayet tabi olarak Müslümanlar: "Bizler kul olarak Allah'ın yasakladıklarını yapmıyoruz" demek hakkına sahiptirler. Yani Müslümanlar içki içemez, zina edemez, kul hak yiyemez, hırsızlık yapamaz. Bu davranış ve yaşama biçimleri en temel ahlaki ilkelerden birkaç tanesidir. Batı dünyası ve onları taklit eden veya onların izinden giden bizdeki bir kesimin büyük ekseriyetinin yaşama tarzı da bunun zıttıdır. İşte bundan dolayı bizden hoşlanmazlar. Ama bizim ne söylediğimizi çok iyi biliyorlar. Yani içkinin, zinanın, hırsızlığın, kumarın, rüşvetin, yolsuzlukların, ümmetin malına el sürmenin, haksız kazancın haram ve yasak olduğunu kabul etmeyenlerin bize karşı söylemleri çok tuhaf değil mi? Biz bu ahlaki ilkeleri savunduğumuz için onların kişisel hayatlarına karışmış olduğumuzu iddia ediyorlar. Bundan dolayı da şu anda zaten bize karşı savaş açmış durumdalar. Bu anlayışta olanlar diyorlar ki: "Bunlar da nerden çıktı, biz bunların kökünü 90 yıl önce kurutmuştuk, ama bunlar bir yerde tekrar yeşerdi." Bir zamanlar en zirvede oturan bir adam "bunların ibadetlerini yasaklayalım" diyordu. Bu kadar basit olunur mu? İbadetin ne olduğunu biliyor, ibadeti kimin yaptığını da biliyor, ama diyor ki "ibadetler yasaklansın." Bu durumda bu adamlara tebliğ çoktan ulaşmış. Kur'an'ın ne olduğunu, Kur'an'ın ne istediğini biliyorlar, ama bunu dile getirmek hesaplarına gelmiyor.
Bir gün Ebu Cehil ile Abdullah İbn Mes'ud Mekke'de tartışıyorlar. Birisi muvahhid birisi müşrik. Abdullah İbn Mes'ud Ebu Cehil'e İslam'ı tebliğ ediyor. Abdullah İbn Mes'ud bedenen çok cılız, zayıf bir adam. Diğeri ise deve gibi iri yarı. Abdullah İbn Mes'ud kendisini ve dinini küçümseyen onunla alay eden Ebu Cehil'e: "Bana bak! Kafanı keserim senin" diyor. Ebu Cehil, karşısında tüy sıklet gibi duran adamın sözüne bakıp gülüyor, "Sen mi?" diyor ve alay ediyor. Ama Bedir Savaşı gününde yerde yaralı olarak debelenen Ebu Cehil'in göğsüne oturan Abdullah İbn Mes'ud, kendisine bir zamanlar "Bana bak! Kafanı keserim senin" dediği adamın kafasını kılıcıyla kesiyor.
Bunların herkes tarafından bilinmesi lazımdır. Bazen insanlar güçsüz olabilir ama davaları hak olduğu zaman korkmasınlar ve ümitlensinler. Biz mü'miniz, korkmuyoruz, üzülmüyoruz, sıkıntımız yoktur. Belki bedenen güçsüz gibi durabiliriz ama yüreklerimiz mangal gibidir.
Biz gerçekten o İslam'a karşı duran laik kesimin hallerine bakıp üzülelim. Bunun için de biz bize düşeni yapalım. Yani bunlara: "Kardeşim biz Müslümanız. Bizim mücadele tarzımız bu, biz bu lüks makamlara talip değiliz, biz Müslümanız biz Müslümanların arasında otururuz." Peygamber'i nasıl örnek alacağımızı, Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmete karşı, çocuklarına karşı, küfre karşı, hanımına karşı nasıl davrandığını bilip aynı davranışları yaşamaya devam edeceğimizi söyleyelim. Biz Resulullah'ı konuşuruz, onu örnek alırız ve İslami mücadelemizi o yönde vermeye çalışırız. Tavrımız böyle bilinmelidir.
Birileri küfründe inat ediyor olabilir. Onların da nesli tükenmek üzeredir. Onlar yoklar artık. Bunlar bize karşı savaş vermeye çalışıyorlar. Bir zamanlar başörtümüzü yasakladılar, üniversitelere sokmadılar, Müslümanların devlet kademelerindeki görevlerine son verdiler. Siyasetten uzaklaştırdılar, ama kısa bir müddet sonra biz onların o makamlarına oturduk.
Biz kendi dinimize sahip çıkarsak, Peygamber'in örnekliği apaçıktır. Abdullah İbn Mes'ud'un "Bana bak! Kafanı keserim senin" sözündeki tavır bizim için çok önemlidir. Ebu Cehil'e karşı olan o tavrımızı ne pahasına olursa olsun sürdürmek zorundayız. Bazen bizimle alay ediyorlar. "Ne oldu, yıllardır Beyazıt'ta bağırdınız çağırdınız ne oldu?" deyip duranlar olmuştu. İnanın oldu, vallahi de oldu, hem de çok şeyler oldu. O bağırma çağırma değildi, onlar bir tavırdı, bir tarzdı. Sonra ne oldu biz biliyoruz. Birçok insan yan yana geldi. Birçok insan birbirini daha çok sevdi ve seviyor artık. Orda beraber bir slogan atmak iki kişiyi kardeş yapıyor. Küfre karşı 'la ilahe illallah'ı' birlikte söylerken kalbten kalbe bir yol akıyor. Bir elektriklenme oluyor. Mü'minler birbirini seviyorlar. Biz tavrımızı sürdürelim. Biz izzet ve şerefi İslam'da bulalım. İzzet ve şerefi İslam'da bulduğumuz zaman, Resulullah'ın örnekliğinin ne demek olduğunu daha çok anlayacağız.
Allah'ın izniyle yalnız Türkiye'de değil, Endonezya'dan Fas'a kadar, Çeçenistan'dan Yemen'e kadar, pek çok coğrafyada, o suya düşen balık yumurtaları yavaş yavaş büyümeye başladı. Düşmanlarımızın bütün sıkıntıları bundandır. Zira ortada görünüyoruz bizi görüyorlar artık.
"Bunlar eğer İslam medeniyetini ve İslam'ın tekrar yeniden dirilişinin farkına vardılarsa bize hayat hakkı olmayacaktır." derler. Varlığımızın farkındalar. İslam yeniden tekrar inancıyla, ilmiyle, medeniyetiyle, kültürüyle ayağa kalktığı zaman Batı tamamen tükenmiş ve bitmiş olacaktır. Batı aslında gerçekten bitmiştir. Batı'nın en fazla 100 yıllık bir ömrü kalmıştır. Batı'da aile çökmüş, ailesi olmayan bir toplum yaşayamaz. Erkekleri birbirleriyle evlenen, kadınları lezbiyenlik yapan ve kadın kadına, erkek erkeye resmi nikah kıyıp böyle yaşayan bir toplum hayatını sürdürebilir mi? Evlenmeyen, çocuk doğurmayan bir toplum, köpeklerle yaşayan bir toplum felah bulur mu? Nerede Lut'un kavmi? Nerede Nuh'un o inatçı kavmi? Onlar bitti, bunlar da biteceklerdir. Bu bir terazi dengesi meselesidir. Yani bir taraftan İslam yükselirken bunlar da aşağıya doğru çekilip batacaklardır. Avrupada da İslami oluşumlar hiç de küçümsenecek bir şey değildir. Orada da gelişmeler görüyoruz. Avrupalı gençlerden Müslüman olmaya başlayanlar vardır. Bunlar İslam'ı yeniden keşfediyor, İslam'ın farkına varıyorlar. Bu önümüzdeki yarım asır içerisinde dünya çok değişecektir. Ve değişime doğru gidiyor. Ama bizim ilk işimiz konumumuz itibariyle Resulullah'ı (sallallahu aleyhi ve sellem) iyi tanımak ve onun sünnetine iyi sarılmaktır. Sünnetin kıymetini iyi bilmektir, Resule uymanın örneğini biz yaşayacağız, yaşamaya çalışacağız. Hayatımıza Kur'an ve sünneti hakim kılacağız, işte o zaman başarı gelecektir.
Prof. Dr. Ahmet Ağırakça