Çok ağrılı ve sancılı bir İstanbul seçimini geride bıraktık. İç ve dış, gizli ve açık, legal ve illegal ittifakların oluşturduğu çoklu gerilim senaryoları ve sendromları sandıkta sükun buldu; artık sonuçları değerlendirmeye başladık.
Öncesinde ve esnasında, yaşadığımız yahut yaşatıldığımız süreçlerin; bir şehrin yerel seçimi olmanın ötesinde bir anlam ve değer taşıdığını çok iyi biliyorduk. İşaretleri ve işaretçileri doğru anlayıp yorumladığımızda; İstanbul üzerinden Türkiye'ye, Türkiye üzerinden merkezinde bulunduğumuz sorunlu bölgeye operasyon yapılmaya çalışıldığını açıkça görüyorduk.
Şimdi, sandıktan çıkan sonuçları da bu çerçevede ele alıp, enine-boyuna değerlendirmeliyiz. Düştüğümüz yerden kalkma yahut tehdidi fırsata dönüştürme yiğitliğini ve bilgeliğini becerip; yeni bir iyilik ve güzellik seferberliğinin startını vermeliyiz.
Bunun için; hainleri yıldırıp caydıracak, gafilleri silkeleyip uyandıracak, küskünleri yumuşatıp geri kazandıracak, düşmanların dost ya da müttefik haline gelmelerini sağlayacak bir sosyal ve siyasal iklim oluşturulmalı. Toplumun çeşitli kesimlerinin ortak paydaları tespit edilip; farklı eğilimler içinde bulunan kitleler huzurlu ve güvenli, güçlü ve itibarlı, mutlu ve müreffeh Türkiye zemininde buluşturulmalı.
Öncelikle ve özellikle, doğru tespit ve teyit edelim ki; yaşadığımız ya da yaşayacağımız kişisel, kurumsal, toplumsal sorunların sebepleri ve çözümleri sadece siyaset kurumuyla ilgili değildir. Göğümüzü aydınlatan iyiliklere ve güzelliklere de gönlümüzü karartan kötülüklere ve çirkinliklere de herkesin ve her kesimin kendi çapında ortak olduğu ve olacağı iyi bilinmelidir.
Malum olduğu üzere; tüm işler ve işleyişler, dönüp dolaşıp insan unsuruna dayanıyor. Kamu, özel sektör, sivil toplum kurumları ve kuruluşları; kadrolarını, içinde bulunduğumuz toplumun insan kaynakları havuzundan alıyor.
Eğer biz kullandığımız toprağı, içtiğimiz suyu, soluduğumuz havayı kirletirsek; temiz bir çevrede ve ortamda yaşamaktan söz edemeyiz. İnsanı düzeltmeden toplumu, toplumu düzeltmeden devleti, devleti düzeltmeden hayatı düzeltemeyiz.
Kimilerimiz, Allah'ın ayetlerini az bir pahaya satmayı caiz görüyorsak; kimilerimiz, okçular tepesindeki nöbetimizi terk edip ganimet peşine düşüyorsak; kimilerimiz, nokta kadar menfaat için virgül gibi eğilmeyi kabul ediyorsak; kimilerimiz, doğru adamları ve adımları destekleyip yanlış adamlarla ve adımlarla mücadele etme görevinden uzak duruyorsak; kimilerimiz, ortalık süt limanken birinci mevkiye binip fırtına çıkınca gemiyi terk ediyorsak; kimilerimiz, aydınlığı artıracak mumlar yakmak yerine karanlığa taş atmakla yetiniyorsak; karşılaştığımız ve karşılaşacağımız olumsuz sonuçlardan şikayet etme hakkımız olamaz. Müminler, birbirlerini yıkayan eller haline gelmedikçe; yönetenler ve yönetilenler, yeteri kadar adil ve makul olmadıkça; yapıp ettiklerimiz, helal dairesi içinde kalmadıkça; herkes için huzurlu ve güvenli olmayan bir dünyanın, hiç kimse için huzurlu ve güvenli olmayacağı ilkesi ortak kabul görmedikçe; kimse, kendisi için sürdürülebilir, çocukları ve torunları için devredilebilir derecede istikrarlı bir huzuru ve sükunu bulamaz.
Siyasetin ve bürokrasinin, sivil toplumun ve gönüllü teşekküllerin, kamu kurumlarının ve özel sektör şirketlerinin; abdest tazeler gibi niyet tazeleyip, bir yeniden yapılanma sürecine girmelerine ihtiyaç var. Yönetilen kitleler, yöneten kadrolardan; mevcut işlerin ve işleyişlerin arızalarını tesbit edip, bir an önce gidermelerini bekliyorlar.
Toplumun büyük bir kesiminde, çok yaygın denebilecek düzeyde "yolsuzluk, usulsüzlük" algısı oluştu. Emniyet, ehliyet, şahsiyet uygunluğuna sahip olmayan kişilerin "kayırma ve kollama" yoluyla belirli mevkilere, makamlara getirildiği; onlar üzerinden, "haksızlık ve adaletsizlik" tanımı içine giren işler görüldüğü fikri yahut zannı gelişti.
Hatta bazı kişilerle, kurumlarla, olaylarla, durumlarla ilgili iddialar; şuyu'u vuku'undan beter (duyulması, yayılması olmasından daha kötü) hale geldi. Ölçüsüz, ilkesiz gıybet ve dedikodu furyasının oluşturduğu anaforla; olguların önüne geçen algılar, güven çuvalının dibini deldi.
Artık, şehir efsanesi haline gelen yahut getirilen rivayetlere dirayetle müdahale edecek; kamuoyu nezdindeki su-i zanları (olumsuz kabulleri) hüsn-ü zanna (olumlu kabullere) dönüştürecek icraatlar yapılmalı. "Temiz toplum" idealinin öncüsü olabilecek, samimi çoğunluğun ümidini ve güvenini tazeleyip gönüllerinde makes bulabilecek fikri ve fiili adımlar atılmalı.
Stratejik öneme sahip kurumların ve birimlerin sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik, bilimsel, teknolojik, askeri, diplomatik görevlerine; bulunduğu makama değer katan, ganimet beklemeden nöbet tutan kişiler getirilmeli. Devletin nimetleri ve külfetleri, millete adalet ve eşitlik ilkelerine göre taksim edilip; herkese ve her kesime, "hadim devlet-hadim yönetici" anlayışıyla hizmet götürülmeli.
Özellikle, resmi ya da sivil kurumların temsil makamlarında bulunanlar; hal ve tavırlarıyla, toplumun her kesimi için "rol model" olmalılar. Devrinin kafirleri ve müşrikleri tarafından bile "Muhammedü'l Emin" (Güvenilir Nuhammed) diye tanımlanan Hz. Peygamber(sav)'i örnek almalılar.
Partilerde, cemaatlerde, vakıflarda, derneklerde, sendikalarda, kamu kurumlarında, özel sektör kuruluşlarında; "itaat" hakkının ve sorumluluğunun yanına, "ikaz" ve "itiraz" hakkını ve sorumluluğunu da ekleyelim. Bulunduğumuz çevre ve ortamlarda, hakkı ve hakikati hakim kılmak için; gerekirse, "kralın çıplak olduğunu" da söyleyelim.
Aileden devlete kadar uzanan "temiz toplum" anlayışına ve işleyişine; ilim, iman, amel, tavır bütünlüğü içinde idrak edebileceğimiz sahih bir din anlayışına ve yaşayışına şiddetle ihtiyacımız var. Çocuklarımız ve torunlarımız; kültürümüzün ve medeniyetimizin iyi örneklerini ve öykülerini, yeniden yaşanabilen gerçekler haline getirmemizi bekliyorlar.