Ortak ve ortalama görüşe göre; biz, homojen bir toplum değiliz. Sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik, dini, etnik değerler ve davranışlar bakımından; "çok unsurlu toplum" yapısına sahibiz.
Ancak, aynı zamanda kaçınılmaz bir gerçeğimiz var. Bu çoklu yapının mensupları olan milyonlar; aynı ülkede, eşit haklara sahip olarak, huzur ve güven içinde yaşamak istiyorlar.
Bunun yolu, "toplumsal mutabakat" içinde olmak. Başkalarının sınırlarını zorlamadan, kendi sınırlarımızın kapsama alanında kalmak.
Kişisel alanlarda ve konularda "özel" hayatımızı, toplumsal alanlarda ve konularda "genel" hayatımızı yaşamak. Kendimiz için taşıdığımız hassasiyetleri, başkaları için de taşımak.
Herkes için huzurlu ve güvenli olmayan bir ülkenin ve toplumun, hiç kimse için huzurlu ve güvenli olmayacağı gerçeğini benimsemek. Ön yargıların oluşturduğu kalın ve yüksek duvarların ötesine geçip, herkese ve her kesime karşı iyi niyet beslemek.
İşte bu noktada, aşılması gereken uzun ve yüksek atlamalı engeller var. İnsanların büyük çoğunluğu, "farklı" ya da "karşı" taraf olarak tanımladıkları kimselere ve kesimlere; olgulardan çok algıların penceresinden bakıyorlar.
Bunun temel sebeplerinden biri; gerçek anlamda tanışmayı sağlayacak "diyalog" zemininin olmaması. Tarafların, birbirlerinin iç yüzünü ve içeriğini yeteri kadar bilmemesi.
Doğru ve tam bilginin olmadığı yerde, zanlar devreye giriyor. Şehir efsanesine dönüşen rivayetler, zamanla hakikatin yerini alıyor.
Giderek, sanal bir gerçekliği yaşamaya başlıyoruz. Aşağı mahallede üretilen bir yalan yukarı mahallenin doğrusu haline geliyor ve bilinçsizce birbirimizi taşlıyoruz.
İkinci sebep, temsil sorunu. Belirli kesimler adına hareket eden yahut onları temsil ettiği zannedilen kimselerin durumu.
Semboller üzerinden genellemeler yapılıp, yargılar oluşturuluyor. "O öyle ise, onlar da öyledir" mantığı çalıştırılıyor.
Şüphesiz, temsilcilerin ne kadar doğru ve iyi temsil edip etmedikleri ayrı bir değerlendirme konusu. Birilerinin şahsında müşahade edilen duygular, düşünceler, davranışlar; acaba ne ölçüde ve kimlerin doğrusu?
Eksik ve yanlış bilgilerle etiketleme yapıp, olayları ve durumları ona göre okuyoruz. Araştırmadan, soruşturmadan, tozlu camların ya da tüllerin arkasından bakıyoruz.
Bu sorun, dindar yahut muhafazakar kesimlerde de laik yahut seküler çevrelerde de var. Bir yandan kendi içlerinde, öte yandan birbirlerine karşı; çoğunlukla zanla amel ediyor ve olumsuz örnekleri genele mal ederek hüküm veriyorlar.
Yakın geçmişte, bu durumu özetleyen bir örnek yaşadık. Toplumun çeşitli kesimleriyle ilgili ön kabullerimizin yanıltıcı olduğunu bir kez daha anladık.
Birbirlerini çok ayrı ve gayrı gibi gören iki ailenin oğulları ve kızları, evlenmeye karar verdiler. Bu istek ve iradelerini, ailelerinin de gündemlerine getirdiler.
Taraflardan biri, "anlaşamayız, uzlaşamayız" endişesiyle soğuk bakıyordu. Diğeri ise, daha tepkisel bir tavırla; "olmaz, olamaz" noktasında duruyordu.
Sonunda gençlerin dediği oldu, akrabalık ilişkisi başlatıldı. Söz, nişan aşamalarından geçildikten sonra düğün yapıldı.
Beklentiler ve hassasiyetler farklı olsa da orta yolda buluşmayı başarabildiler. Giderek birbirlerine ısınıp, dost ve kardeş aileler haline geldiler.
Hatta bu zincire, ikinci dereceden akrabalar ile komşular ve arkadaşlar da eklendi. İki gençle birlikte, iki ayrı dünya bir araya geldi.
Yakınlaştıkça gördüler ve bildiler ki, temel değerlerin pek çoğunda birleşiyorlar. Aynı bahçenin ağaçları ve bitkileri gibi; aynı topraktan beslenerek, aynı sudan içerek, aynı havadan nefeslenerek, aynı gök kubbenin altında güneşlenerek bir arada yaşıyorlar.
Zaman zaman tekrar ettikleri ortak cümle; "Biz sizin böyle olduğunuzu bilmiyorduk". Arkasına ekledikleri tamamlayıcı ifade; "Doğrusu, falana filana bakıp, sizin de öyle olduğunuzu zannediyorduk".
Perdeler birer birer açıldı, duvarlar teker teker yıkıldı. Zihinlere ve gönüllere giydirilen deli gömleklerinin dışına çıkıldı.
Aslında, eskiden beri yaşadıkları hayatı birbirlerinin hatırı için değiştirmediler. Sadece ortak doğrularının ve değerlerinin altını çizip, birlikte sahip çıkma refleksini geliştirdiler.
Halen yaşama biçimleri arasında kayda değer farklılıklar var. Ama aynı şeyler için gülüp ağlayabiliyor, benzer durumlarda aynı Allah'a yalvarıyorlar.
Üst başlık olarak; din, devlet, vatan, millet gibi değerlere bakışları müşterek. Her birinde, birbirlerine karşı muhabbetle dolu birer yürek.
Bayram tatilini birlikte geçirip, birbirlerini memnun etme niyeti ve gayreti içine girdiler. Akrabalık bağlarını kuvvetlendirme ve birlikte salih ameller işleme konusunda bazı kararlar verdiler.
Bu örneği büyüyebilsek, milyonlarca üyesi bulunan bir aile oluruz. Safları sıklaştırıp, büyük ve güçlü bir Türkiye haline geliriz.
Zekeriya Erdim