Darbecilerin önceden verdikleri kararlarını hukukî kılıf içinde vermiş gibi gösterebilmesi için Yüksek Adâlet Divanı adıyla kurulan ve faaliyetlerine Yassıada'da başlayan yargılamalar sırasında yapılan hukukî itirazlar üzerine, Mahkeme Başkanı'nın, 'N'apalım, sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor...' diyerek nasıl tuhaf bir 'Adalet Divanı' olduğu gerçeğini ortaya koyduğu bir uyduruk mahkemenin sözde yargılamaları 15 idâm ve birkaç müebbed/ömür boyu veya 20 seneyi aşkın ağır ceza, yüzlerce m.vekili de 4 seneden az olmayan hapis cezaları ve birkaç da beraetle sonuçlandı.
İdâmı istendiği halde müebbed hapis cezasına çarptırılan Maarif Vekili (Eğitim Bakanı) Tevfik İleri, kararı duyunca yüzünde acı bir tebessüm belirmişti. Daha önceki duruşmalarda, yapılan suçlamalara aldırmaksızın savunma yapan ve 'Adnan Menderes'in emrinde ülkeme hizmet etmekten şeref duyarım...' dediği zaman, Mahkeme Başkanı Sâlim Başol'un kendisini 'Siyaset yapma!' diye azarlaması üzerine, 'Ben siyasetçiyim ve bunun için yargılanıyorum...' diye karşılık verdiği için jandarma dipçikleriyle salondan atılan Tevfik İleri'nin, kendisine idâm cezası verilmediğini duyunca acı bir tebessüm belirir. Bunu gören Başsavcı Altay Ömer Egesel, onun yargılama sırasındaki direnişlerini hatırlatarak, 'Nasıl da seviniyorsun!' der.
Karadeniz'in bu delişmen siyasetçisi cevabı yapıştırır: 'Ben acı kaderime tebessüm ediyorum... Demek ki ben hizmet etmekte onlar kadar değilmişim, noksanlarım varmış... Bunun için acı kaderime tebessüm ediyorum...' der...
(Tevfik İleri Maarif Vekili iken, ben ortaokuldaydım ve 1955'lerde ve Samsun- Kavak Ortaokulu'ndaydım. Tevfik İleri okulkumuza ve sınıfımıza da gelmiş ve herbirimize sormuştu; 'Sen ne olacaksın?' diye... Kimisi pilot diyordu, kimisi polis, kimisi mühendis, doktor vs... Bana sorduğu zaman, ne olacağımı bilemediğim için önce durakladım, konuşmakta bocaladım ve sonra 'Adam olacağım...' dedim.
Öyle deyince, Tevfik İleri, 'İşte benim beklediğim cevap buydu... Çocuklar her şey olabilirsiniz, ama asıl hedefiniz adam olmak olsun' gibi bir şeyler söylemişti.)
*Yassıada'da idâma mahkûm olanlardan 12'sinin cezası müebbede çevrildi... Başvekil Adnan Menderes, Hariciye Vekili Fatin Rüşdî Zorlu ve Maliye Vekil Hasan Polatkan'ın hükmü Millî Birlik Komitesi tarafından kabul edildi.
*
Yargılamalarda, 'Ben halkın seçtiği cumhurreisiyim; beni darbeciler yargılayamaz' diyen ve 'Zâten bir ayağım çukurda...' diye umursamaz tavırlar takınan 78 yaşındaki Celâl Bayar, hattâ uyduruk Mahkeme Başkanı'nın 'İsmet İnönü'yü niye öldürtmeye çalıştınız?' gibi sorularına, 'Tam tersine, ben İsmet Paşa'yı bir de korumuşumdur...' diyen ve bunun üzerine, Sâlim Başol'un, 'İsmet Paşa'ın senin korumana ihtiyacı olmamıştır...' demesi üzerine, 'Oğlum sen bunları bilmezsin...' diye karşılık verebilen bir isim olarak dikkati çekiyordu. Celâl Bayar'a verilen idâm cezasının, yaşlılığından dolayı müebbede çevrildiği iddia olunsa da, asıl sebep, onun, kemalist darbeciler gözünde Bayar'ın ayrı bir yeri vardı. Bu, onun M. Kemal'in son başbakanı olmasıydı...
Ancak, İstanbul Yahudisi bir arkadaşım vardı, babasının mason olduğunu ve kendilerine o zaman, 'mason olmayanlar asılacak, diğerleri asılamaz...' dediğini naklederdi. İlginçtir, idâma mahkûm edilip, haklarındaki hüküm müebbed hapse çevrilen diğerlerinin mason olup olmadıklarını bilmiyorum, ama, idâm edilen bu üç ismin de mason olmadığı anlaşılmıştı.
O günlere aid yazılıp çizilenler utanç vericidir. Alaylar, hakaretler, en çirkin ve isbat edilememiş suçlamalar... O günlerin afacan gazetecileri... Başta İsmet Paşa'nın damadı olduğu için yazıp çizdiklerine itibar edilen Metin Toker ve İlhan Selçuk, Çetin Altan, Bediî Faik ve diğerleri...
Ama onların içinde gazeteci olmamakla birlikte onlardan geride kalmamak için kalem oynatan, ve o günlerdeki ölçü tanımayan düşmanca yazılarıyla dikkatimi çeken bir simâ vardı ki, o, o zamandan sonra gözümden düşmüştür. Bu, şair ve edebiyatçı ve fikir adamı olarak bilinen Ahmed Hamdi Tanpınar'dı. Adnan Menderes ve arkadaşları için o kadar düşmanca yazılar yazıyordu ki, nice ince ve duygulu şiirler yazmış ve Osmanlı döneminden aldığı kültüre sahip bu kişi, Adnan Menderes ve arkadaşları için idâm kararı verilince, 'Onlara bir değil, 100 kere bile idâm cezası verilse yine azdır ve onları bir kez değil, her asılıştan sonra indirip sonra tekrar ipe çekerek 100 kere asmak gerekir....' gibi canavarca ve sadistçe duygularca makaleler yayınlıyordu, sanırım Vatan gazetesinde... Siyasî karşıtlık anlaşılabilir, ama, bu büyük edebiyatçıya herhalde, 'N'apıyorsun üstad... Bu ifadeler size yakışıyor mu?' diyecek bir çevresi bile yoktu. Ki, o idâmlardan bir sene sonra ve o büyük zulüm alkışçılığından dolayı milletten özür dileyecek bir pişmanlık olgunluğunu göstermeye bile fırsat bulamadan, Tanpınar'ın kendisi de öldü...
Bir diğer isim de İsmet Paşa idi... İsmet Paşa, o idâmlara karşı çıksaydı, MBK ve ordu üzerinde belli bir otoritesi ve itibarı olduğu halde, hayret edilecek derecede o siyasî cinayetlere sessiz kalarak destek vermiştir. Hattâ o kadar ki, Adnan Menderes'in en küçük oğlu Aydın Menderes, o sırada 15-16 yaşlarındadır ve annesine yalvarır, 'N'olur, Paşa'ya gidelim, belki babamın idâmını önleyebilir' diye...
Ve Berrin Hanım, oğlunun ısrarına dayanamayıp istemeye-istemeye, o oğluyla birlikte giderler İsmet Paşa'ya... 1 saat kadar süren o görüşmeden ve Paşa, misafirlerini bahçe kapısına kadar yolcu ettikten sonra, gazetecilerin sorusuna, 'Dertli kadındır dinledim...' demekle yetiniyordu...
*
Fatin Rüşdi Zorlu ve Hasan Polatkan hemen asılarak öldürüldüler. Hasan Polatkan'ın dârağacına gitmemek için kendisini kaybedercesine çırpındığı ve idâm sehpasına zorla, sürüklenerek çıkarıldığı zaman artık kendinde olmadığı söylendi.
Fatin Rüşdi ise... Abdest alıp iki rekat namaz kılar ve sonra bir kağıt kalem ister, annesine, hanımına ve kızına hitaben son derece düzgün ve mantıkî örgüsü de sağlam ve 'Sizlere milletime hizmet etmekten başka bir meziyeti olmayan bir ismi miras bırakıyorum' gibi ifadelerin de yer aldığı uzun ve duygulu bir mektup yazar.
*
Adnan Menderes ise, 'uyuyamıyorum' diye daha önceden aldığı uyku haplarını yastığının içinde gizlemiş, idâmdan önce bunları içerek intihar etmek istemişti.
Bu durum fark edilince, darbeciler onu asmak için o kadar iştahlıydılar ki, o uyku haplarının etkisini gidermek için jet uçaklarıyla yurt dışından gerekli ilaçları getirttiler, Menderes iki gün sonra komadan çıktı... Giyindirdiler hemen bir sağlam raporu vermeleri için bir doktorlar heyetini çağırdılar, en başta da, Çapa Tıp Fakültesi'nden Psikatri Prof.'u Dr. İhsan Şükrü Aksel... (Ki, bu zat CHP'liydi).
Bu prof. o teklifi kabul etmedi ve 'Ben, iki gün komada olan bir insana sağlam raporu veremem!' dedi. Bunun üzerine Cerrahpaşa Hastahanesi'nden (Menderes'in arkadaşı da olan) Prof. Sedat Tavat'ı getirdiler ve o, korku içinde kabul etti, tıbbiyeden yeni mezun olmuş ve 5-6 tane de teğmen doktor, Menderes'i muayene ettiler. Hattâ, idâm edilecek bir kişi açısından, prostatı olup olmadığına dair son derece gereksiz ve kişiye hacalet yaşatan muayeneye varıncaya kadar... Ve sağlam raporu verdiler... Menderes bitkindi... (Çok sonraları açıklandığına göre, Menderes perişan vaziyettedir ve tuvalet ihtiyacı olduğunu söyler... Sırıtkan subaylar tuvalete gitmesine izin vermezler ve oraya bir teneke getiririler ve herkesin ortasında ihtiyacını gidermesini isterler... Zavallı Menderes, 'Utanıyorum, n'olur yapmayın...' diye yalvarmasına rağmen, eğlencelerine devam ederler... Tenekenin sivri ve keskin kısımları bacaklarını kan-revan içinde bırakır.
O gün orada, Menderes'le alay eden, pis pis sırıtan subaylardan birisi de o zaman yüzbaşı olan, sonraların, 1995-2000'li yıllarının MİT Müsteşarı Org. Teoman Koman idi...) Ve 17 Eylûl öğle sonrası, (iki Bakan'ın idâmından iki gün sonra), onu da sağlam raporlu olarak asarak öldürdüler.
Ancak, cezaî sorumluluk süresi aşıldıktan, yani, 25-30 yıl geçtikten sonra, deli sıfatıyla anılan bir yüzbaşı yaptığı itirafta, henüz idâm yapılmamışken, İhtilal lideri General Cemal Gürsel'in telefon ettiğini ve 'infaz yapılmasın...' dediğini, bunu üzerine, 'Paşam idâm yapıldı...' diye yalan söylediğini, bu yalan haberi alınca Cemal Gürsel'in 'Neeee, infaz olundu mu?' diye teessüf içinde elinden telefonun düştüğünü anlatmıştı bir gazeteye verdiği mülâkatta...
1957'lerdeki '9 Subay Hadisesi'nin önde gelenlerinden olup daha sonra beraet ettirilen ve Generalliğe bile terfi eden ve süper-kemalistliğiyle ünlü Faruk Güventürk isimli kişinin ise, Adnan Menderes, idâm edilmek üzere bir motorla Yassıada'dan İmralı adasına götürülürken, 'Ankara'dan bir infaz durdurma emri gelebilir...' ihtimaliyle, gerekirse İmralı'ya varmadan onu motorda asmak için, dârağacı kurdurduğu yıllarca sonra açıklanmıştı.
Selahaddin E. Çakırgil