Bizim dinimiz, "fıtrat" dini; kültürümüz, o dinin "değerler sistemi"; medeniyetimiz, bu değerler sisteminin "hayat" bulmuş halidir. Hayatımız ve hatıratımız ise; dağlardan denizlere doğru akan pınarlar, dereler, ırmaklar gibidir.
Onun için, eskiden beri; suyu medeniyet olarak görür ve su medeniyetinin mensupları olarak anılırız. Evlerimizi, köylerimizi, şehirlerimizi ya su kaynaklarına yakın yerlere kurar; ya da kurmak zorunda kaldığımız yerlere, su getirmenin yollarını ararız.
Her şeyden önce; varlık âlemine çıktığı günden beri insanın bir damla sudan yaratıldığını, dokuz ay on gün denizdeki balık gibi su içinde yaşadığını ve mükemmel organizmasının üçte ikisinin sudan meydana geldiğini biliriz. Ayrıca ve ilaveten; insana "yaşam alanı" olsun diye var edilen dünyanın da üçte ikisinin su olduğunu görürüz.
Nuh tufanında; kötüleri ve kötülükleri dalgalara gark edip boğan da, iyileri ve iyilikleri gemide yüzdürüp kurtaran da su oldu. Rabbimizin iradesi ve inayeti ile dünya yıkanıp temizlendi; daha huzurlu ve güvenli bir ortam içinde, hayat yeniden kuruldu.
Hz. İbrahim'in ateşine; kimileri odun, kimileri su taşıdı. Ateş toprağa dönüşüp su ile buluştu; bağında nice güller ve bülbüller yaşadı.
Hz. Hacer, oğlu İsmail'e su ararken; ıssız çöllerde Zemzem'i bulmuştu. Yanına Allah'ın Evi yapılmış, tevhit medeniyetinin merkezi kurulmuştu.
Zulmün sembolü Calut'a karşı savaşa çıkan Talut ve ordusu; su ile imtihan edildiler. Kirlenmiş yahut zehirlenmiş sudan içenler hasta olup geri dönerlerken; içmeden geçen bir avuç mümin, beklenmedik biçimde galip geldiler.
Hz. Musa, tüm erkek çocukların öldürüldüğü günde, kundağıyla birlikte suya salınıp, öylece sahil-i selamete çıktı; en büyük düşmanının sarayında, güven içinde büyüdü. Firavun ordularının kendisini kovaladığı günde, Kızıl Deniz O'na yol verdi; müminleriyle birlikte, güven içinde yürüdü.
Ümmeti olmakla iftihar ettiğimiz Hz. Muhammed (sav); günde beş vakit abdesti ve namazı, kapımızın önünden akan ırmakta, günde beş kere yıkanmaya benzetti. Bunun yanında; ne kadar bol olursa olsun, suyu israf etmenin doğru olmadığını belirtti.
Hayat kitabımız olan Kur'an-ı Kerim'de, Peygamber'e ve ümmetine verilen nimetler; "Kevser Havuzu" ile ifade edildi. Bu isim ya da sıfat; dünyevi ya da uhrevi gayelerimizin sembolü haline geldi.
Dilimizde ve derunumuzda, biz; gökten inen suya "rahmet" deriz. Sevdiklerimize dua ederken; onların, "su gibi aziz" olmalarını isteriz.
Örfümüze göre; denize ya da dereye arkamızı dönerek oturmak doğru değildir. Çünkü, su; hem temizliğin, hem de canlılığın simgesidir.
Öte yandan, zor ya da dar zamanlarda imdada yetişen kurtarıcı iyilikler; "can suyu" olarak anılır. Dengemizi bozan, huzurumuzu ve güvenimizi zedeleyen kötülükler "suyu bulandırmak"; öldürücü darbeler ise, "suyunu kesmek" diye tanımlanır.
İmam Gazali; insanı, dünya denizinde yüzen bir gemiye benzetir. İçine alanların batacağını; dışında tutanların yüzeceğini belirtir.
İşte bütün bu ve benzeri gerekçelerle; üstat Necip Fazıl Kısakürek, Sakarya şiirinde, medeniyetimizi akıp giden bir ırmakla özdeşleştirmiştir. Halimizi ona arz etmiş; geçmişle ilgili hatıralarımızı ve gelecekle ilgili hayallerimizi, onun üzerinden dile getirmiştir.
Uzun asırlar boyu; medeniyet ırmağımız kirletildi, bulandırıldı. Engellerle, müdahalelerle akışı durduruldu; doğal vadisinin dışına çıkarıldı.
Bağlarımızı, bahçelerimizi, tarlalarımızı, ovalarımızı, ekinlerimizi, nesillerimizi sulayan tarih, kültür, medeniyet havzamızın yahut havuzumuzun su seviyesini düşürmek için; gizli ya da açık, tahliye kanalları açtılar. Fidelerimizi ve fidanlarımızı kurumaya terk edip; ırmaklarımızı, ayrık otlarının diplerine akıttılar.
Son yıllarda, yeniden; medeniyet ırmağımızın sularını, kendi vadisine yönelttik. Hayatın bütün alanlarında ve konularında, delikleri tıkadık; birleşik kaplar misali, su seviyesini yükselttik.
Ancak, modern zamanların çağdaş Calut'ları; bu gidişi durdurmaya, bu yönelişi hedefinden saptırmaya çalışıyorlar. Su medeniyetinin çocuklarını; ebediyen susuz bırakmak için uğraşıyorlar.
Önümüzde yeni bir "ırmak imtihanı" duruyor. Ak koyun ile kara koyunun geçit ağzında belli olacağı bir gün geliyor.
Talut'un ordusuna katılanlar, katılmayanlar var. Katılanlardan bir kısmı ise, kirli sudan içip zehirleniyorlar.
Calut'un arkasında; cümle hainler ile bir kısım gafiller birleşik cephe oluşturmuş. Şeytanın hilesi hiza çizgisini çizmiş; kurt ile kuzuyu, aynı safta buluşturmuş.
Bize; sefere çıkacak, ırmak imtihanını geçecek, şer güçlerin karşısına dikilip "dur" diyecek ve sapan taşı ile Calut'u alnından vurup atından aşağı indirecek Davut'lar gerekiyor. Ey su medeniyetinin çocukları; dünyanın çorak toprakları ile ayakları ve dudakları çatlamış mazlum çocukları sizi bekliyor.
Anneler ve babalar evlerinde, öğretmenler ve idareciler okullarında, ne kadar Davut'lar yetiştirmişlerse yahut yetiştirirlerse; biz ve gönül coğrafyamızda bizim gözümüzün içine bakan kardeşlerimiz, istiklalimiz ve istikbalimiz konusunda, o kadar ümit ve güven duyabiliriz. Dersimizi çalışmış, ödevimizi yapmışsak; vicdanımız rahat olarak, başımızı yastığa yahut yere koyabiliriz.
Okullar tatile girdi; ama hayat mektebinin dersleri, ödevleri devam ediyor. Bu bilgiye ve bilince sahip olan eğitim gönüllüleri; devleti ve milleti bekleyen zorlu sınavı kazasız-belasız geçebilmek için, sınıflardan çıkıp sahalara doğru gidiyor.
Zekeriya Erdim