Birkaç günden beri dünya Paris'teki Notre-Dame Katedrali'ni konuşuyor. Çatısında çıkan yangın binanın üst kısmını ortadan kaldırdı. Çok şükür ki yangın iç kısımlara sıçramadan kontrol altına alınabildi ve artık kaç yıl süreceğini bilemediğimiz bir tamir ve tadilat sürecine girecek.
Murat Bardakçı yazınca öğrendik: Meğer Fatih Sultan Mehmed'in Kızıl Elma hayâli "Notre-Dame'ın kulelerine sancak dikmek"miş. Otranto seferinden dolayı Roma'yı duyar, bilirdik ama Paris'i ilk defa duymuş olduk.
Fatih'in, kulelerine sancak dikmek istediği Notre-Dame Katedrali hakkındaki bilgileri kısa bir sorgulama ile internetten öğrenebilirsiniz. Merak edip de birçok örneğini gezdiğim katedraller hakkındaki izlenimlerimi anladığım ve gördüğüm kadarı ile anlatayım:
Bulunduğu bölgenin en üst düzey din adamının görev yaptığı mabed olan katedraller görkemli girişleri, pencereleri, kuleleri, payandaları ile Ortaçağ'dan günümüze ulaşmayı başaran yapılardır.
Ortaçağ kentlerine has iki temel mimari yapıdan biri olan katedraller - diğeri kalelerdir-, devirlerinin gökdelenleri kabul edilir. Daha geçen yüzyıla kadar dünyanın en yüksek yapıları katedrallerdi. Katedrallerin bu kadar büyük yapılabilmesini, uçan payanda denilen içi boş destek duvarları sağladı. Bu payandalar sayesinde duvarlar inceltilerek yükseltilebildi. Binalar büyüyünce de tonozlu tavan sistemi kullanıldı. Ve adeta göklere ulaşmak ister gibi incelen ve sivrilen bu kulelerin şehrin her tarafından görülen sivri külahları ortaya çıktı.
Daha önceki yıllarda yapılmış katedraller olmasına rağmen nedense katedral denilince akla, yapımlarına XII. asırdan itibaren başlanan, "Gotlar'a ait" anlamını taşıyan ama Gotlarla ilgisi olmayan ve ilk kez Fransa'da inşa edilen gotik (Fr. gothique) tarzda inşa edilenler gelir. Bu yapıların iki temel özelliği vardır: Büyüklük ve yükseklik. Bunu da o zaman için yeni sayılabilecek mimari teknikler ile sağladılar. Kendisinden önce yapılanlardan daha geniş iç alanları ortaya çıkaran kaburga tonozlu yüksek tavanlar, ışığı etkileyici bir şekilde içeri alma çalışmaları sonucu gelişen muhteşem sivri kemerli uzun pencereler, yukarıların aşağılardan üstün olduğunu gösterircesine dik ve süslü yapılan kuleleri ve şehrin her yerinden görülen külahlarıyla gotik katedraller Bizans ve Roma mimarisinden oldukça farklıydı. Taşıyıcı unsurlara estetik işlev de yüklenmesi, iç mekânları görsel bakımdan daha da zenginleştirdi.
Bu mimari özellikler mantık ve hesap olmadan asla yapılamazdı. Bir nevi inançla mantığın birleşimi, bu yapıları ortaya çıkardı. Üst düzey teknik bilgi, hesap kapasitesi ve becerisi olmadan asla yapılamayacak bu mabetler aslında Avrupa'nın gelişmeye ve zenginleşmeye başlamasını da gösteriyordu.
Katedrallerde birleşen sadece inançla mantık değildi. Siyaset ile din de yerlerini belirliyordu. Bir şehirde bir katedral inşa etmek için kraldan izin alınacak olması siyasetin din karşısında "artık ben de varım" demesinin farklı bir yoluydu ve bu aynı zamanda kralın gücünü gösteriyordu. Krallar bir imparatora bağlı olsalar bile kendilerinin ve milletlerinin gücünü katedraller üzerinden göstermeye başladılar. Böylece Batı Avrupa'da krallar en güzel ve büyük katedrale sahip olmak için birbirleriyle adeta yarıştılar. Bu yarış en güzel katedral inşa etmekten ötelere geçti ve bugünlere gelen birçok gelişmenin tetikleyicisi oldu. Araştırmacılar modern devletin doğuşunu katedrallerin yapılmasından başlatırlar. Aslında bu durum Avrupa'yı Avrupa yapan değerlerin en belirgin dönüm noktasını teşkil etmiştir. Bu hâliyle bakıldığında katedraller pür siyasi ve politik binalardır.
Muhteşem olduğu kadar korkutucu görüntüleri var
Bir katedrale girmeden önce mutlaka girişinin olduğu cephesine dikkatle bakmalısınız. Devrin sanat anlayışına ve yörede kullanılan malzemeye bağlı olarak kesme taşlardan yapılan duvarlar, sivri kemerleri fevkalade oymalı taşlarla süslenmiş ana giriş kapıları, adeta Hıristiyanlık tarihini gözler önüne serercesine kapıların üzerindeki üst üste bindirilmiş taşlara oyulan havariler ve azizlerin küçük heykelleri/ikonaları içeri girmeden önce mutlaka dikkat edilmesi gereken detaylardır. Tanımadığımız ve bilmediğimiz için dikkatimizi çekmeyen bu heykelleri diğer simge ve sembollerle birlikte oralara yontmak uzun yıllar süren yoğun emek ve göz nuru isteyen işlerdendir.
Girişlerde genellikle baba, oğul ve kutsal ruhu temsilen üçlü kapı olur. Orta kapıların üst kısmını ağ biçimindeki bir çerçeveye sahip görkemli pencereler süsler. Katedrallerin giriş kapılarının bu kadar görkemli olmasının bir nedeni Hz. İsa'nın "Ego sum janua", yani "Ben kapıyım" sözü imiş.
Kapılardaki gösteriş ve ihtişam biraz da dünya zenginliğini ve dinin otoritesini dosta düşmana göstermekle ilgilidir. Bizdeki selatin camilerinin cümle kapılarında görülen o sade ihtişam katedrallerde oymalar, süsler, kuleler, pencereler ile sağlanır. Sadece bu özelliklerinden yola çıkılarak bile iki medeniyet mukayese edilebilir. O da bir başka yazı konusu olsun.
Gotik katedrallerde özellikle giriş ve apsise bakan duvarlarda, gül pencere denilen daire formunda büyük pencereler bulunur. Bu pencerelerin vitrayla süslenmesi ve birtakım resimlerin yapılmış olması loş ve karanlık olan içeriden dışarı bakıldığında resimlerin daha iyi görünmesini sağlar. Duvarlardaki sivri kemerli dar ve yüksek pencereler ise dış görünüşü tamamlar.
Katedrallerin naos adı verilen büyük salonları kuzey ve güney nefleriyle birlikte oldukça geniş olur. Nef adı verilen birbirine paralel üç koridorun ortasında olan kısmı diğer koridorlardan daha geniş olur ve ortasında, insanların ayini takip etmeleri/katılmaları için sıralar dizilidir. Her iki taraftaki koridorlarda ise küçük şapeller, mezarlar ve kutsal eşyaların sergilendiği camekânlı bölmeler olur. Buradaki mezarlar ya krallara ya da azizlere aittir; yani dine ve dünyaya hükmedenlerin kabirleri.
Duvarlardaki süslemeler oldukça gösterişli olur. Erken dönem Hıristiyanlığın, özellikle Hz. İsa'nın (a.s.) hayatındaki önemli olayların anlatıldığı bu resimler dönemin usta sanatçılarının elinden çıkar. Genellikle karşılıklı olmak üzere toplam 14 önemli olayın anlatıldığı 14 resim olur. Pencerelerin, ışığın yeterince içeri girmesine izin vermeyecek şekilde dar tutulması, içeride kullanılan mobilyanın genellikle koyu renkli ahşap tercihi, her tarafın süsler ve heykellerle doldurulması bizim gibi alışkın olmayanları sıkar, kasvetli gelir ve eğer sanat tarihçisi veya meraklısı değilsek içeride uzun süre kalmak istemeyiz.
Avrupa'da birçoğuna para vererek girilen katedralleri anlamanız için birine girmeniz -çok meraklısı değilseniz- kâfidir.
Son söz: Yanan sadece bir katedral değildi, Fransa'nın tarihi ve kültürü de alevler arasında kaldı.