Şanlı bir zaferin 107. yıl dönümünü idrak ettiğimiz günleri yaşıyoruz. Sadece bir tek 18 Mart gününü değil, belki günleri bu işe koşsak ve o muhteşem zaferi konuşsak; yaşananları tekrar tekrar düşünsek, nasıl bir ilâhi yardıma mazhar olduğumuzu tekrar tekrar idrak etmeye çalışsak yeridir.
Önceki yazımızda başladığımız konuya bugün de devam etmeyi işte bu maksatla istemiştik. Zira 107 yıl önce Çanakkale'de yaşananları derin ve başarılı bir tahlile tâbi tutmadan, günümüzde yaşadıklarımızı doğru tespit ve sonuçlara bağlayamayız. İşte bunun için, bugünkü yazımızda, Çanakkale savaşlarında 14 ay 14 günlük süreçte aziz ve necip ecdadımızın hangi durumlarla muhatap olduklarını ve niçin bu zaferin hem ülkemiz hem de İslam Dünyası için son derece önemli olduğuna, farklı pencerelerden bakarak bir durum tespiti yapmaya çalışacağız.
ÇANAKKALE SAVAŞLARINDA DÜŞMAN KİMDİ VE AMACI NEYDİ?
Aslında tarihçilerin, bir değil, birkaç savaştan oluştuğunu ifade ettikleri ve bu sebeple "Çanakkale Savaşları" olarak anılan; 1914-1915 yılları arasında Gelibolu yarımadasında aylarca süren bu kuşatma ve muharebeler, Osmanlı Devleti ile adına "İtilaf Devletleri" denilen devletlerin, devasa donanmalarıyla geldikleri Çanakkale Boğazı'nda yaşanmıştı. Birbirleriyle "uzlaşan / anlaşan" devletler anlamına gelen İtilaf Devletleri, İngiltere ve Fransa öncülüğünde Avustralya ve Yeni Zelanda'nın katılımıyla beraber bu ülkelerin sömürgeleri olan ülkelerden de topladıkları ordularla, zaferden emin bir şekilde gelmişlerdi Çanakkale'ye... En önemli amaçları, tabii ki Osmanlı İmparatorluğu'nun başkentini, İstanbul'u ele geçirmekti. Ancak sadece payitaht olan bu şehir değil, hem İstanbul Boğazı'nı hem de Çanakkale Boğazı'nı ele geçirip bu önemli geçiş noktalarında tam hakimiyeti elde etmek, böylece, üyelerinden biri olan Rusya'ya ulaştırmayı düşündükleri yardımlarını daha kolay bir şekilde gerçekleştirmekti.
DÜŞMAN DONANMASINDA DİKKAT ÇEKEN UNSURLAR
Düşman devletlerin deniz kuvvetleri olarak bilinen ve "Muazzam Armada" olarak adlandırılan bu devasa filo, toplam 18 büyük savaş gemisi ve onlarca destek gemisinden oluşmaktaydı. O dönemin en modern savaş gemilerini elinde bulunduran İngiltere ve Fransa devletleri, işini şansa bırakmamış ve tüm gücüyle çöreklenmişti Çanakkale Boğazına… Ocean, Bouvet, Queen Elizabeth gibi bilindik isimler yanında, her biri "meydan okuyan" ve kibir dolu anlamlarıyla ilgi çeken gemiler de vardı aralarında… Özellikle üç geminin ismi dikkat çekiciydi… Bunlardan biri, Inflexible (Bükülemeyen); diğeri Inplacable (Aman vermeyen); bir diğeri ise Irresistible (Karşı konulamayan) adlarını taşımaktaydı. Anlaşılan düşman, "hasta adam" gözüyle baktıkları Osmanlı Devleti'ne hiç "aman vermeden" ve "karşı koyamayacağı" bir güçle saldıracak dolayısıyla Osmanlı Devleti, bu gücü asla yenemeyecek, sarsamayacak ve "eğip-bükemeyecekti" bile…
Bu anlayışa sahip olan düşmanın, hem kendisinden hem de kazanacağı zaferden ne denli emin olduğunu ortaya koyan ve sonuçları çok manidar sayılabilecek başka birtakım tedbirleri ve hazırlıkları da söz konusuydu. Onların, neticeden bu kadar emin olmasının bir göstergesi de İstanbul'u işgal edip Boğaz'da yapacakları kutlamalar için gemilerden birinin mahzenini şarapla doldurmaları ve bu gemiyi beraberlerinde getirmeleriydi… Çünkü onlar zaferi kazanacaklarına ve sadece iki hafta içinde İstanbul'a demir atacaklarına kesin bir inançla yola çıkmışlardı.
Diğer bir husus ise şudur: İngilizlerin, İstanbul'u ele geçirdikten sonra kendi paralarını basmak için bir banknot matbaa makinesini ve gerekli teçhizatı da yine bir geminin deposunda beraberlerinde getirmeleri son derece anlamlıydı. Çünkü onlar, ele geçirdikleri ülkenin bağımsızlığına son verirken aynı zamanda onun İslam Dünyasındaki itibarını da yerle bir etmek istiyor ve bunun için ekonomik açıdan da darbe üstüne darbe vurmayı planlıyorlardı. Onlar açısından son derece önem arz eden bu iki husus, Çanakkale'yi "geçilmez" kılan kahraman ordumuz sayesinde gerçekleştirilememiş ve 250.000 şehidimizin canıyla, yüz binlerce gazimizin kaybettikleri âzâları, yaralar içindeki bedenleri adeta aşılmaz bir kale gibi buna engel olmuştu. Merhum Akif'in, bu kahramanlara ithafen yazdığı şiirinde,
"Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat îman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sîs-i İlâhî o metîn istihkâm."
mısralarıyla dile getirdiği üzere, hiçbir fütur göstermeden "ya şehidim, ya gazi!" diyerek düşmanın üzerine giden kahraman ordumuz, muhteşem bir destan yazmış ve dünyada eşi-benzeri olmayan savunma ve hücum taktikleriyle düşmanı durdurmayı başarmıştı. 18 Mart 1915 tarihinde Yüce Yaradan katından gelen ilâhi yardımlar ile "sarsılmaz" ve "bileği bükülmez" zannedilen dev savaş gemileri, basit mayınlar ve top mermileriyle boğazın sularına gömülmeye başlamıştı.
SAVAŞTA MANEVİYATIN VE RUHUN ROLÜ
II. Dünya Savaşı'ndaki başarılarıyla adından söz ettiren General Douglas MacArthur'un meşhur bir sözü vardır: "Savaşta silahlar önemlidir. Komutanlar önemlidir. Ama asıl önemli olan maneviyattır, ruhtur…" İşte Çanakkale Savaşlarının seyrini ve sonucunu değiştiren şey bu ruhtu… Onlar en modern silahlara ve donanmaya sahip ve sömürgeleri altındaki ülkelerden topladıkları askerler de dahil büyük bir insan gücüne malik iken, maneviyat ve ruh, her bir neferin yüreğindeki sarsılmaz iman olarak şanlı ordumuzda vardı. Çünkü mümin bilir ki: "Nice sayıca az olan ordular, Allah'ın izniyle (ve yardımıyla) sayıca çok olanları mağlup ederler." (Bakara, 249) İşte bu ilahi vaade sarsılmaz inanç ve imandı; gönüllerde hissedilen maneviyat desteğiydi ve sahip olunan bu ruhtu Çanakkale'yi geçilmez kılan…
Meşhur İngiliz siyasetçi ve devlet adamı Sir Winston Churchill, bu hakikatin farkına varmış ve şunları söylemişti: "Biz Çanakkale'de Türklerle değil, Tanrıyla savaştık; ve tabii ki yenildik!.." Onun dile getirdiği bu hakikati, 14 asır önce Allah Teâlâ, Son Peygamberine indirdiği vahiyde şöyle buyurmuştu: "…. Batıl olan her şey, elbette yok olmaya/yıkılmaya mahkumdur!" (İsrâ, 81)
İşte 107 yıl sonra bugün yaşananlara baktığımızda düşmanın sadece görüntüsünde değişikliklerin olduğunu, anlayışında ise devamlılığını görmek mümkündür. O gün, para basmak için banknot matbaasını gemiye yükleyip getiren zihniyet, bugün Londra piyasalarından ülkemize ekonomik operasyonlar düzenlemeye yelteniyor... O gün sömürgelerindeki ülkelerden asker toplayanlar, bugün paralı askerleriyle ve donattığı terör örgütleriyle İslam dünyasını kan gölüne; aziz vatanımızı huzursuzluk iklimine dönüştürmeye çabalıyor. O halde yine merhum Akif'in sözlerin hatırlamak ve belki bu defa onu dikkatle okumak ve içselleştirmek gerekiyor: "Tarih'i "tekerrür" diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?"
Şairimizi de, aziz ecdadımızı da, şanlı ordumuzun her bir kahraman ferdini de bir kez daha minnetle anıyor, Yüce Mevlâ'dan rahmetler diliyoruz.
Mehmet Emin Ay