Kudüs ve Mescid-i Aksâ üzerine düşünceler - 6
Değerli okuyucum.
Gönül isterdi ki, Kudüs ve Mescid-i Aksa üzerine yazdıklarımız bu kadar uzamasaydı. Gönül isterdi ki, tekerlekli sandalyesindeki İbrahim Süreyya ve yirmili yaşlardaki arkadaşları açılan ateşlerle can vermese, ana yürekleri yanmasaydı. Gönül isterdi ki, gençlik çağına adımını yeni atmış Fevzi ve Ahed gibiler, zalim savcıların hukuk dışı uygulamalarıyla günlerdir haksız yere tutuldukları hapishanelerde insanlık dışı muameleye maruz kalmasalardı…
Evet, gönül bunları istiyor. Lâkin acı gerçekler de her gün karşımıza yeni suretlerine bürünüp çıkıyor. Öteden beridir söylemeye çalıştığımız bir düşüncemiz var. Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksâ meselesinde İslam Dünyası olarak verdiğimiz tepkiler genellikle "periyodik" ve "sezonluk" bir hale bürünmüş durumda… İsrail'in hukuk dışı haksız ve zalimce uygulamalarına veya ABD'nin İsrail lehine aldığı kararlara karşı protestolar, bu protestoları bastırmak için orantısız güç kullanan ve her gün zulümlerine bir yenisini ekleyen İsrail'e karşı İslam ülkelerinden gelen tepkiler ve "şiddetle kınıyoruz" söylemleri, dünyanın farklı yerlerinde toplu halde yapılan protesto gösterileri… Yukarıda yazılanlar genellikle bu sırayla gerçekleşiyor ve adeta periyodik bir şekilde ve mevsimler gibi zaman zaman tekrarlanıyor; sonra da maalesef yaşananlar birer birer unutuluyor. İşte bu sebeple, bundan önceki beş yazımızın da her birinde vurguladığımız üzere, bu meseleyi artık "yaşanılıp unutulan" bir konu olmaktan çıkarmanın vakti gelmiştir. Özellikle Türkiye'nin İİT Dönem Başkanlığı bunun için bir fırsattır; ve Sayın Cumhurbaşkanımızın, "Kudüs konusunda B, C planlarımız var" ifadesi bir ümittir… Gönülden inanıyoruz ki, Filistin meselesi, ancak o toprakların gerçek sahibi olan Filistinlilere iade edilmekle çözülecek; ve ancak Kuds-ü Şerif ile Mescid-i Aksâ hürriyetine kavuştuğu zaman bu sorunlar hallolacaktır.
Yazımıza, önceki yazılarda değinmeye çalıştığımız "Müslüman fert ve kuruluşlar olarak üzerimize düşen vazifeler" bağlamında, "çalışmanın önemi"nden bahisle devam edeceğiz.
Dün itibariyle vefatının 81. Yıl dönümünü idrak ettiğimiz İstiklal Marşı Şairimiz merhum M. Akif bir beytinde şöyle demektedir:
"Allah'a dayan, sa'ye sarıl, hikmete ram ol. Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol."
Adeta geçen yazılarımızı özetleyen iki kelime: Allah'a dayan… Çünkü O sana yeter! Çünkü en büyük ve yüceler yücesi olan O'dur. O'na tevekkül et. Vekilin, O olsun. Zira yardımların en güzeli O'ndan gelir… Sen Allah'a dayan ve bil ki, zalimler asla iflah olmazlar. O halde zalimlerden değil, Allah'tan kork… Ama bu korku seni O'na sığınmaktan uzaklaştırmasın, alıkoymasın. Zira sığınılacak en güvenli merci ve melce' ancak O'dur…
Merhum Akif, "sa'ye sarıl" derken âdetâ bir ayetin bize söylemek istediklerini iki kelimeyle formüle etmiş: Sa'ye sarıl… "Sa'ye sarılmak" ne demek?
Sa'y, "çalışmak, çabalamak, iş çıkarmak, bir şey üretmek, ortaya bir şey koymak; velhasıl sonunda maddi manevi kazanım getiren her türlü gayretin içinde olmak demek.
Hz. Hacer, yavrusu İsmail'e bir yudum su bulmak için tam yedi kez Safa ve Merve tepeleri arasında koştu durdu… Onun bu çabasını, sa'yini Allah Zemzem ile ödüllendirdi ve sonradan gelecek nesiller için bir sembol kıldı: Döktüğü ter, boşa gitmedi! Bilakis Zemzem olup asırlarca aktı bitmedi… Hac veya umre için mukaddes topraklara giden her bir mümin de bu hatırayı yeniden yaşar. Safa ve Merve arasında sa'yeder Hz. Hacer misali… Gider ve döner bu iki kayalık arasında… Yürür, yürür… Af ve bağışlanma duaları okur, alnından ter, gözünden yaşlar döker. Bilir ki Hacer'in sa'yini ödüllendiren Allah, onun da sa'yini karşılıksız bırakmayacaktır! Çünkü Allah, "İnsan için ancak sa'yinin karşılığı vardır" buyurmaktadır. (Necm, 39)
Değerli okuyucum.
Kur'an-ı Kerim, içinde nice hikmetler barındıran bir mukaddes kitaptır. Necm suresinin 39 ve 40. Ayetlerinde de bunu görmek mümkün. Ayet şöyle devam ediyor: "ve bu sa'yinin karşılığı mutlaka görülecektir!"
Burada dikkat çeken durum şudur: Allah Teâlâ, varlıklar içinde üstün özellikler bahş ederek yarattığı, değerli kıldığı insanı, çabasından ve gösterdiği gayretten dolayı da mutlaka karşılığını vermek suretiyle ödüllendirmektedir. Allah Teâlâ'nın bir ismi de eş-Şekûr'dur. Yani kullarının çabasına ve güzel davranışlarına karşılık veren demek… Ayetteki ifade bir sınırlayıcı ifade olmaksızın insandan bahsediyor. Bu insan hangi dine inanıyor ve inanca taşıyor, hangi coğrafyada yaşıyor, hangi dili konuşuyor, hangi renk ve ırka mensup olursa olsun fark etmeyecektir. İnsan olması ve çalışması yetecektir. İşte, planlı ve programlı belirli bir nizam ve intizam çerçevesinde çalışan, çabalayan, üreten milletlerin söz sahibi olması bu ayetin bir sonucudur, Allah Teâlâ'nın adl-i ilahisinin tecellisidir.
Filsitin, Kudüs ve Mescid-i Aksâ meselesinde olduğu gibi, Müslümanları ilgilendiren her işte ve her konuda, gönlünde Allah'a iman taşıyan her bir mümin, üzerine düşen vazifenin farkında olmalı, Allah'a sığınarak ve O'ndan yardım dileyerek tüm çabasını sarf etmeli, gayretini esirgememeli ve ancak üzerine düşenleri yaptıktan sonra Allah'a tevekkül hakkının bulunduğunu unutmamalıdır.
Şimdi geliniz, sanki günümüzü anlatmak için yazmış dedirtecek kadar taze olan beyitleriyle İslam dünyasının hâl-i pür melâlini ortaya koyan şairimize, merhum M. Akif'e kulak verelim:
Dur ey yolcu!
Allah'a dayandım! '' diye sen çıkma yataktan...
Ma'na-yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nâdân!
Ecdadını, zannetme, asırlarca uyurdu;
Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?
Üç kıt'ada, yer yer, kanayan izleri şahid:
Dinlenmedi bir gün o büyük nesl-i mücahid.
Alemde ''tevekkül'' demek olsaydı ''atalet''
Miras-ı diyanetle yaşar mıydı bu millet?
Çoktan kürenin meş'al-i tevhidi sönerdi;
Kur'an duramaz, Nezd-i İlahi'ye dönerdi.
''Dünya koşuyor'' söz mü? Beraber koşacaktın;
Heyhat, bütün azmi sen arkanda bıraktın!
Madem ki uyandın o medid uykulardan,
Bir parçacık olsun, hadi, hiç yoksa, kımıldan.
Dünya koşuyorken yolun üstünde yatılmaz;
Davranmayacak kimse bu meydana atılmaz.
Müstakbeli bul, sen de koşanlarla bir ol da;
Maziyi, fakat, yıkmaya kalkışma bu yolda.
Ahlafa döner, korkarım, eslafa hücumu:
Mazisi yıkık milletin âtisi olur mu?
Ey yolcu, uyan! Yoksa çıkarsın ki sabaha:
Bir kupkuru çöl var; ne ışık var, ne de vâha…
Yazıyı kaleme aldığımız esnada "küçük asker" Fevzi el-Cüneydî'nin kefaletle tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığı haberini geçti ajanslar. Gördüğü zalimce muameleler sonucu omzunda kırık oluşan Cüneydî'ye şifalar diliyor, annesi ve kuzeniyle birlikte hala cezaevinde tutulan Ahed ve bütün Filistinli mahkumların da hürriyetlerine kavuşmalarını niyaz ediyoruz.