Hükûmetin gıda maddelerinde üretici ile tüketici arasındaki "makul olmayan" farkı normal seviyelerine kavuşturmak ve böylece enflasyonu düşürmek amacıyla yapmayı düşündüğü birtakım düzenlemelere yasal bir zemin hazırlamak için yeni bir "Hal Yasası" çıkarma teklifini bu ay içinde meclise getirmeyi düşündüğünü basından takip ettik.
Gerçekten, zaman zaman haberlerde rastladığımız üzere, ülkemizde üretici ile tüketici arasında haksız ve sıkıntılı bir aracılık söz konusudur. Meselâ, üreticinin bin bir zorlukla ürettiği 1 kg balı 11 TL karşılığında alıp aynı balı marketlerde 43 TL'ye satanlar da; tarladaki domatesi üreticiden 70 kuruşa alıp tezgahlardaki fiyatının 6 TL'ye yükselmesinde de rol oynayan birtakım kişi yada kuruluşlar vardır. Devlet, aynı zamanda bu zincir içinde fiyatların böylesine yükselmesinde rolü olan kişileri belirleme ve bundan men etmek gibi bir vazifeye de sahiptir. Umarız bu düzenlemeler sonucunda maksat hâsıl olur ve hem üreticiler, zahmetler çekerek ürettiği mahsulün karşılığını alır hem de aracı konumunda olanlar makul kâr ile alıp sattığı gıdaların ticaretiyle helal kazanç elde etmiş olur. Zira aradaki "kat be kat fark", kimsenin gönül rahatlığıyla kabul edebileceği durumda değildir…
Değerli okuyucum.
Maddi birtakım zorluklar aşmak ve yaşanılan sıkıntıları çözmek adına maneviyat desteği almak da önemlidir. Sözgelimi, yasalaşan bir kanunun toplum tarafından benimsenmesi adına sadece maddi şartları sağlamak yetmez. Buna toplum olarak inanmak ve bu inancı oluşturan ve besleyen manevi destekleri de oluşturmak gerekir. Sözü şuraya getirmek istiyoruz: Ekonomik açıdan muhatap olduğumuz sıkıntıları aşmak ve düzlüğe çıkmak için toplumu oluşturan fertlerin her birinin bu işe inanarak gönül vermesi ve bu inancını besleyen kaynaklara sahip olması, "inkâr edilemez" bir hakikattir. Bu inancın temelinde var olan en önemli kaynak ise "din"dir ve tevarüs edilen "kültür"dür.
Her türlü zulmü ve haksızlığı haram; "kul hakkı"nı ise herşeyin üstünde gören, israfı yasaklayan ama Allah'ın verdiği nimetlerden, şükrederek istifade etmeyi telkin eden, faize ve tefeciliğe dayalı ticaret anlayışını haram; karşılıklı rıza ile yapılan alış-veriş neticesinde helal kazanca dayalı ticareti ve tüm ticari faaliyetleri tavsiye eden İslam'ın müntesipleri olan bizlerin, ülke ve millet olarak hem dinimizden hem de dinimizin beslediği medeniyetimizden ve kültürümüzden alabileceğimiz çok şeyler vardır.
Aşağıdaki satırlarda, Asr-ı Saadet adı verilen dönemde ticaretin nasıl işlediği, alım-satımlarda nelere dikkat edildiği gibi hususlarda bazı bilgiler bulacaksınız. Sevgili Peygamberimizin (sav) Medine dönemine ait yaklaşık on yılı kapsayan süreçte, sonraki dönemlerde gelecek ümmetlerine rehber olacak şekilde "ders" niteliğinde örnekler bıraktığını göreceksiniz.
İLK MÜSLÜMAN ÇARŞISI
Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz hicretten sonraki günlerde ilk işlerden biri olarak Medine'de müslümanların ticaret yapacağı Medine Çarşısı'nı kurdu. Aslında Medine'de çoğunlukla Yahudilerin egemen olduğu dört çarşı var iken böyle bir yeni çarşı kurmuş olması anlamlıydı. Mescid ve bir bölümü eğitim-öğretime ayrılan Suffa adlı mektep yanında; kurulan bu yeni çarşı, aynı zamanda bir Müslüman için "ibadet-eğitim-ticaret" üçlüsünün önemini ortaya koymaktaydı. Müslümanların helal kazanca dayalı alış-verişler yapabilmesi için kurulan Medine Çarşısı'nı açan Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuştu:
−Burası sizin çarşınız, pazarınızdır. Burada hiçbir hile yapılmayacaktır ve hiçbir vergi de konulmayacaktır. Tartı Mekke ehlinin tartısı, ölçek ise Medine ölçeğidir.
Sevgili Peygamberimizin (sav) bir diğer uygulaması da dikkat çekicidir. Bilindiği üzere, o dönemlerde alış-verişlerde iki türlü para kullanılmaktaydı: Dinar ve Dirhem. Altın ve gümüşten imal edilen bu paraların üzerinde Bizans ve İran hükümdarlarının resimleri bulunmaktaydı. Peygamberimiz (sav) daha ziyade Yahudilerin egemen olduğu çarşılar varken, yeni bir Medine Müslüman Çarşısı'nı kurmuş; ancak tartı ve ölçü birimleri ile tedavülde olan paraların devamında da bir sakınca görmemiştir.
"BİZİ ALDATAN BİZDEN DEĞİLDİR."
Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin çarşı-pazarı denetlemek maksadıyla gezindiği bir gün, gözleri bir tahıl çuvalına takıldı. Elini çuvala derinlemesine daldırınca parmaklarında bir ıslaklık hissetti ve sordu:
−Bu nedir?
Satıcı, ıslaklığın yağmur yağması sebebiyle olabileceğini söyledi. Ancak Peygamberimiz bu açıklamadan memnun kalmadı ve şu uyarıda bulundu.
−Çuvalın içindeki ıslaklığı insanların görebileceği şekilde üste çıkarman gerekmez miydi?.. Bizi aldatan bizden değildir."
DÜRÜST TÂCİRİN MÜKÂFATI
Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz, bir hadis-i şerifinde, "alış-verişte güvenin, bolluğa ve berekete vesile olacağını" ifade etmiş, dürüst ve güvenilir bir tâcirin ahiret hayatındaki derecesini ise şu muhteşem müjdesiyle haber vermiştir.
−Dürüst ve güvenilir tâcir, mahşer gününde nebiler, sıddîk kimseler ve şehitlerle beraber bulunacaktır.
Peygamberlik, şehitlik ve şeksiz-şüphesiz iman derecesi olan sadâkat mertebeleri gibi ulvî derecelere sahip kimselerle birlikte bulunmak, dürüst ve güvenilir tâcirlere bir ahiret müjdesi olarak veriliyorsa eğer, bu konu üzerinde çokça düşünmek gerektiği kanaatindeyiz. Kısaca ifade etmek gerekirse, Allah Teâlâ tarafından "Şükreden kullarımın sayısı azdır." (Sebe', 13) ayetinde ifade buyrulduğu üzere, kanaatimizce "dürüst ve güvenilir tâcir" olmak da öylece az sayıda kula nasib olan bir nimettir. Asıl mesele, işte bu müjdeye nâil olan bahtiyar kulların içinde bulunabilmektir…
Sağlıcakla kalınız efendim.