Kişisel, kurumsal, toplumsal hafıza; gördüklerini, duyduklarını, yaşadıklarını kayıt altına alıyor. İhtiyaç halinde, hatırlama melekesini devreye sokup arşiv belgelerini ve bilgilerini ortaya çıkarıyor.
Geçmişte yaptıklarımıza ve yaşadıklarımıza sonradan göz attığımızda; bazıları için "iyi ki", bazıları için "belki", bazıları için "keşke" diyoruz. Eksik ya da yanlış tercihlerimiz, değerlendirmelerimiz konusunda zamanı geri çevirip düzeltmenin, tashih etmenin mümkün ve muhtemel olabilmesini arzu ediyoruz.
Gel gör ki insanlık aleminin bunca tecrübe ve birikimine rağmen; tarihin tekerrür ettiği (benzer hataların tekrar tekrar yapılageldiği) bilinen bir gerçek. Geçmişi iyi değerlendirip, yeteri kadar ders çıkarabilsek o zaman tarih tekerrür etmeyecek.
Bizim kişisel hatıralarımız ve toplumsal hafıza kayıtlarımız üç önemli noktanın altını çiziyor. Yaşadığımız sosyal ve siyasal süreçleri doğru değerlendirip anın vacibine (mevcut şartların gereğine) uygun davranma konusunda bilgelerin beyanlarına benzer bir şekilde yol gösteriyor.
1. Hayatımızın hemen her safhasında, muhatabı olduğumuz olaylar ve durumlar karşısında "nerede durduğumuz" ve "kimlerle beraber olduğumuz" fevkalade önemlidir. Çünkü, dünya ve ahiret aleminde kişi sevdiği, övdüğü, tercih edip beraber olduğu kimselerle birlikte ölçülür, değerlendirilir.
Onun içindir ki hayatı ve hatıratı bilenler "Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim" demişler. Yaşanmışlıkların yakın şahidi olanlar "üzümün üzüme baka baka karardığını, yılanlara yoldaş olanların sonlarının zehirlenmeye kadar vardığını" söylemişler.
Deyimlerimiz, atasözlerimiz arasında "düşmanın ekmeğine yağ sürmek, gavurun kılıcını sallamak, başkasının değirmenine su taşımak" gibi belirlemeler de var. Ayrıca, erenler "Rahman'ın defteri"ne yahut "Şeytan'ın defteri"ne yazılıp asker olmaktan söz ediyorlar.
Böyle durumlarda, "yanlış adamlar"ın "yanlış yerler"de durup "yanlış işler"e yardımcı olmaları benimsenip onaylanmasa da anlaşılabiliyor. Ancak, "doğru adamlar"ın "yanlış yerler"de durup "yanlış işler"e alet olmaları hem şaşırtıcı, hem de üzüntü verici geliyor.
2. Kişisel mazeretlerimiz (gerekçelerimiz), kesinlikle toplumsal maslahatlarımızın (amaçlarımızın yahut ihtiyaçlarımızın) önüne geçmemelidir. Hele hele "kinimiz"i (dargınlıklarımızı, kırgınlıklarımızı, kızgınlıklarımızı) abartıp "dinimiz" haline getirmek, "mizaçlarımız"ı (fıtri hasletlerimizi ve hassasiyetlerimizi) köpürtüp "inançlarımız"ın önüne geçirmek, dünya ve ahiret hayatımız açısından çok çok tehlikelidir.
1683 yılının Eylül ayında, Osmanlı ordusu Viyana'yı kuşatıp teslim almak üzereyken beklenmedik bir şey olur. Tuna Nehri üzerindeki İskender Köprüsü'nü koruma görevi verilen Kırım Hanı Murad Giray, kişisel kini yüzünden Ordu Komutanı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'ya "bir ders vermek" için ihanet edip düşman ordularının köprüden geçişine seyirci kalınca mutlak bir "galibiyet", zorunlu bir "geri çekilme" ile sonuçlanır.
Abdülhamid'i alaşağı eden muhalif unsurlar arasında Batıcı, Sosyalist, Türkçü, Kürtçü, İslamcı, Hıristiyan, Yahudi aydınlar vardı. Farklı inanış ve yaşayış biçimlerine rağmen, bir noktada birleşip "Abdülhamid tahtan inerse, her şeyin daha güzel olacağını" sanıyorlardı.
Sonunda dedikleri oldu ama büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Hatalarını itiraf etmek, pişmanlıklarını belirtmek ve Ulu Hakan'ı aklamak zorunda kaldılar.
Rıza Nur, "Abdülhamid aleyhine kıyam etmiş olmaktan utandığını"; Ahmet İzzet Paşa, "hakkındaki iddiaların hiç birinin doğru olmadığının anlaşıldığını"; Süleyman Nazif, "adına istibdad dedikleri o devre hasret kalındığını" söyledi. Said-i Nursi, "meğer şefkatli, merhametli ve veli bir sultanmış"; Mehmet Akif Ersoy, "Nasıl oldu da kadrini-kıymetini bilemedik."; Elmalılı Hamdi Yazır, "Hayatımda yaptığım en büyük hata, Sultan Abdülhamid'in hal'ine karışmış olmamdır." dedi.
Mısır'ın demokratik yollarla seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin Avrupa'nın ve Amerika'nın desteği ile yapılan bir askeri darbe sonucu görevden uzaklaştırılarak hapse atılmasında ve şaibeli bir şekilde hayatının sonlandırılmasında "derdi ve davası İslam" olduğunu söyleyen Müslüman kişilerin ve çevrelerin de desteği oldu. İş işten geçtikten sonra, "Biz böyle olmasını istememiştik." dediler. Ellerinde ya da önlerinde, tarihe yazılacak bir utanç ve pişmanlık kaldı.
3. Resulullah(sav) Efendimiz'in beyanına göre; "Tamamı elde edilemeyen şeylerin, bir kısmından vaz geçmek doğru değildir". Bir yandan, arzu edilen düzeyde olmasa bile, mevcut doğru adamlara ve adımlara sahip çıkılır öte yandan, yanlış adamlarla ve adımlarla mücadele edilir.
"Şer" karşısında "hayır" olanı tercih etmek, tartışmasız bir konudur. "Hayır" ile "şer"in açık ve net bir şekilde ayırt edilemediği yahut iki "şer"den birini tercih etmenin zaruret haline geldiği durumlarda ise "ehven-i şer"i (hayra en yakın olanı) tercih etmek vacip olur.
Türk-İslam tarihinde, bu bakış açısının örneklerini görüyoruz. Ümmet'in rehberi ve önderi olan Peygamber'in "mecusiler"e karşı "ehl-i kitab"ı desteklediğini biliyoruz.
Sular beyazı besleyip iyilik üretmek için bizim tarlamıza, ovamıza, gölümüze, denizimize akıyorsa "hangi dereden aktığı önemli değil" diyebiliriz. Fakat, yolu kesilerek siyahı besleyip kötülük üretmek için başkalarının tarlalarına, ovalarına, göllerine, denizlerine akıtılmaya çalışılıyorsa o zaman topyekun seferberlik ilan edip, malımız ve canımız pahasına koruyup gözetme refleksi içine girmeliyiz.
İstiklal Harbi'nin liderleri, önderleri, komutanları, sivil ya da askeri unsurları arasında inanış ve yaşayış biçimleri bakımından birbirinden farklı hatta zıt kimseler vardı. Fakat onlar vatanın ve milletin, dinin ve devletin korunması hedefinde birleşip bütünleşiyorlardı.
Şimdi biz, bir yandan büyüme ve gelişme sancılarıyla uğraşan öte yandan genelde İslam Dünyası'nın, özelde Osmanlı coğrafyasının lideri olma potansiyeli taşıyan bir ülkede ve toplumda yaşıyoruz. Hayatın bütün alanlarında ve konularında, iç ya da dış kaynaklı yol veya hız kesici tezgahlarla, tuzaklarla karşılaşıyoruz.
Bu noktada şer güçlerin ekmeğine yağ sürme, değirmenine su taşıma, hatta kılıcını sallama gafletine ya da ihanetine düşmemeliyiz. Birlikte, güçlü bir devletin ve korunaklı bir vatanın varlığını garanti altına alıp, sürdürülebilir hale getirebilirsek zaman içinde, kimlerin ve nasıl yönetmeleri gerektiğini uzun uzun tartışabiliriz.
Tarih, bizim hikayemizi de kayda geçip yazmış olacak. Arkamızda, temel tercihlerimizin doğurduğu kazançlar ya da kayıplar kalacak.