Şehru'l-Kur'ân, yani "Kur'ân Ayı" olarak bilinen Ramazan-ı Şerif, hem onu okumayı hem de anlamı üzerine düşünmeyi sağlıyorsa eğer, oruç aynı zamanda zihnimiz ve kalbimiz/gönlümüz için de bir arınma ve şifa vesilesi olabilir. Bu sebeple İslam âlimleri, müminin Kur'an ile irtibatının, Ramazan ayında diğer zamanlardan daha fazla olmasını tavsiye ederler. Hatta Ashab-ı Kiram'ın, "başı rahmet, ortası mağfiret, son on günü de cehennemden kurtuluş müjdesine" vesile olan bu aya kavuştukları için, üç ayrı müjdeye sahip olması hasebiyle Allah'a "hamd ve şükür" ifadesi olarak her on günde bir olmak üzere "üç hatim" okumak gerektiğini ifade ettikleri ve bunu uyguladıkları görülmektedir. Doğrusu, özenilecek bir ideal mertebe olan bu uygulamayı gerçekleştirebilmek herkes için mümkün olmayabilir. Ama okuduğu Kur'ân'ın kendisine neler söylediği üzerinde düşünmek, her birimiz için "yapabileceğimiz/gerçekleştirebileceğimiz" bir ameliyedir… Bu bağlamda diyebiliriz ki, okuduğumuz veya takip ettiğimiz Kur'an ve hatimler yanında bir de onu "anlamak" adına kendimiz için ayırmamız gereken zaman dilimlerimiz olmalı ve bu yüce kitabın bize söylediklerine/öğrettiklerine talip olmalıyız…
Bugün işte bu amaçla, Fâtiha sûresinin –besmeleden sonraki- ilk ayeti olan "Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir." buyruğundaki "hamd" kavramı üzerinde durmak istiyoruz.
HAMD NE DEMEKTİR?
Hamd; arapça bir kelime olarak "iyilik, güzellik ve üstünlükle niteleme, övme" anlamına gelmektedir. Âyet ve hadislerde ise genellikle Allah Teâlâ'ya yönelik "şükür, medh ü senâ, yüceltme ve her türlü övgü"yü ifade etmektedir.
Kur'an-ı Kerim'in ilk suresi olan Fâtiha'da olduğu gibi 23 farklı ayette ya sureler "El-hamdü lillâh…" olarak başlamakta, ya da ayetlerin içinde yine aynı kelimelerle "Hamd, Allah'a aittir" vurgusunun yapıldığı gözlenmektedir.
Allah Teâlâ'nın güzel isimlerinden biri "el-Hamîd", O'nun "en çok övülen" olduğunu ifade ederken, yine hamd kelimesiyle alakası bulunan isimlere sahip olan "Son Nebi"nin, isimlerinin Muhammed, Ahmed, Mahmûd, Hâmid ve Hamîd olması da dikkat çekicidir.
Bunlara ilaveten, Peygamberimiz için Allah Teâlâ'nın kendisine mahşer meydanında tahsis ettiği "ümmetiyle buluşma" mekânındaki sancağın adı Livâü'l-Hamd; cennette va'd ettiği en yüce mertebenin adı ise "Makâm-ı Mahmûd"dur.
Görüldüğü üzere hamd, İslâm dininde önemli bir yeri olan ve Yüceler Yücesi yaradanımız Allah Teâlâ'nın adıyla başlayıp dünya hayatımıza yansıyan ve nihayet ahiret yurduna uzanan; mahşer meydanına ve cennete kadar ulaşan ezelî ve ebedî bir kavramdır vesselâm…
HAMD VE ŞÜKÜR AYNI ŞEYLER MİDİR?
Genelde "hamd" kelimesi, "şükür" kelimesiyle birlikte kullanılmaktadır. Ya da bu iki kelime zaman zaman birbirinin yerine de kullanılabilmektedir. Şunu baştan ifade edelim ki hamd, şükür kavramını da içine almaktadır ve ondan daha kapsamlıdır.
Yine diyebiliriz ki, her hamd aynı zamanda bir şükürdür. Ama şükür için bunu düşünmek mümkün değildir, Bu sebeple gereği gibi hamd eden bir kimse, aynı zamanda gereği gibi şükrünü de yerine getirmektedir denilebilir.
Bu temel bilgiden sonra şunu eklemeliyiz ki, Kur'an-ı Kerim ve onu hayatının her safhasında kendine rehber edinen, böylece günlük hayatta bir "Yaşayan Kur'ân" olan Sevgili Peygamberimiz (sav) sayesinde bizler hamd ile şükrün arasındaki farkı ve benzerliği anlama imkânına da kavuşmuş durumdayız. Peki, nedir hamd ile şükrün arasındaki fark?..
Ayetler ve hadisler incelendiğinde ortaya çıkan durumu şöyle izah edebiliriz. Hamd, verdiği nimetler için Allah'a şükran duygusu taşımak ve bunu, O'nu yücelten ifadelerle itiraf etmektir. Ama aynı zamanda hamd, eğer başa gelen bir musibet ise sabır erdemini göstererek şikâyet etmemektir. Bir başka ifadeyle hamd, başa gelen hayır veya şerrin; olumlu ya da olumsuz durumların, iyi veyahut kötü olan her şeyin Allah'tan geldiğini bilerek, kabullenerek, muhatap olduklarına ve yaşadıklarına rıza göstermek, O'ndan râzı olabilmektedir. Böylesi durumlarda Allah'a olan saygısını muhafaza ederek O'na kulluk şuuruyla ta'zimini ifade etmek ve her şeye rağmen başına gelene sabretmek demektir.
Şükür ise sahip olduğu çeşitli nimetlerden dolayı Yüce Yaradan'a teşekkürünü minnet ve şükran duygularıyla itiraf etmektir. O halde diyebiliriz ki, musibetler karşısında sabır ve hamd; nimetler karşılığında ise senâ ve şükür gerekir… Bir beyitle ifade edecek olursak,
Hamd içinde rızâ vardır, Hak'dan gelen her şeye.
Nimeteyse şükür gerek, Hak ziyade etsin diye…
PEYGAMBERİMİZİN HAYATINDA HAMD ÖRNEKLERİ
Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz, her sabah daha uykudan gözlerini açarken dilinde bir hamd ve şükür ifadesiyle şöyle niyaz ederdi Rabbine: "Allah'ım! Ölümü andıran uykudan sonra beni dirilterek yeniden hayat bahşettiğin için Sana hamd olsun. Dönüşüm yine senin katınadır."
"Gözümün nuru" dediği namaz ibadetinde "Sübhaneke Allahümme ve bi hamdike…" diye başladığı dua, tesbih ve niyazlarında; her bir rak'atte okuduğu Fatiha'da; rükudan kalkarken, "Semiallahu limen hamideh" (Allah, kendisine hamd edeni elbette işitir.) derken ve tahiyyata oturduğunda Salli-Barik dualarında hep Allah'a hamd ifadeleri vardır…
Peygamber Efendimiz, (sav) hoşuna giden bir şey gördüğü zaman, "El-hamdü lillâhillezî bi ni'metihî tetimmü's-sâlihât" (Nimetleriyle bütün hayırlı işleri tamama erdiren Allah'a hamdolsun.) derken; hoşlanmadığı bir şey gördüğünde ise "El-hamdü lillâhi alâ külli hâl" (Her durumda ve her zaman hamdimiz Allah'adır.) derdi. Yemek yedikten sonra duası, "Bizi yediren, içiren ve Müslüman kılan Allah'a hamd olsun." şeklindeydi. Bir şey yiyip içtikten sonra Allah'a hamd ederek, "verdiği nimetlere karşılık şükreden kimsenin, sabrederek oruç tutan kimse gibi olduğunu" müjdeliyordu, Ramazan dışında da Ramazandaymış gibi kılmak için ümmetini…
Onun eşsiz güzellikteki sünnet-i seniyyesinden özetleyerek aktardığımız bu uygulamalar bile, yaşantımıza intikale muvaffak olabildiğimiz takdirde "imanımızın lezzetini tadabilme" hususunda kulluk hayatımızda bize ciddi katkıları olacaktır. Zira bir kul, hamd ede ede, "Rıza Mertebesi"ne ulaşacaktır… Rızâ mertebesi ise bu dünyada kulun ulaşabileceği en müstesna makamdır!... Çünkü bu mertebe sahipleri muhatap olurlar ilahî müjdeye (Fecr, 27) ve melekler bu mertebe sahiplerinin etrafını kuşatarak uğurlarlar âhiret yurduna (Fussilet,30)… Yine bir beyitle son verelim sözlerimize…
Sen rıza kapısında "aman Allah'ım" dersen
O, Âlemler Sultânı dermânını vermez mi?
Sağlık, huzur hamd ve şükür içre olmanız dileğiyle…
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay