Trump'ın Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak ilan ettiği günden beri Türkiye'nin attığı adımlar yoğun bir şekilde tartışılıyor. Birleşmiş Milletler'e sunulan tasarının kabul edilmesinin yarattığı yankı da aslında meselenin kendisinden daha fazla anlamlar ihtiva etmesi ile ilgilidir. Kurum tarihinde ilk defa ABD'nin açık pozisyonu ve tehditlerine rağmen üstelik ABD'nin kendi dış politikasında aldığı bir karar mahkum edilmiş oldu.
Gelgelelim, Türkiye'nin Birleşmiş Milletler nezdinde elde ettiği diplomatik başarı ilginç bir şekilde çok gündemde tutulmadı. Buna karşın, İİT'nin hızlı bir şekilde toplanması ve oy birliği ile karar vermesi ve sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Afrika gezisinde ortaya çıkan manzaralar üzerinden Türkiye'nin İslam dünyasında sahip olduğu konum tartışılmaya devam ediyor.
Gezi sırasında medyaya yansıyan bazı yorumlar, Türkiye'nin başarısını gölgeleyecek şekilde meseleyi ideolojik boyuta taşıma gayreti içine girdi.
Bu tarz söylemlere BAE, Suud ve Batı basınında çokça rastladık. Fahrettin Paşa ve kutsal emanetler üzerinden yapılan sivri çıkışlar yerini Türkiye'nin Arap dünyasını yok saydığına ilişkin varsayımlara bıraktı. Benzer argüman ve söylemler Türkiye basınında da hızlıca karşılık buldu.
BAE ya da Batı basınında yer alan Türkiye karşıtı (hatta düşmanı) isimlerin yazdıklarını açıkça ifade etmeye cesaret edemeyenler bel altı çalışarak "Türkiye Arap dünyası ile eşit ilişkiler kurmayı öğrenmeli" gibi yersiz yorumlar yaptı.
Afrika gezisi sırasında ve sonrasında çıkan yorumlar ise hem Kudüs konusunda elde edilen diplomatik başarıyı, hem de Afrika gezisinde elde edilen somut kazançlar, yeni Osmanlıcılık paranoyası üzerinden mahkum edilmeye çalışılıyor. Güya bu gezi Arap dünyasını tedirgin etmiş. Batı'nın tedirginliğini dile getiren yorumlara alışmıştık. Ancak Türkiye'nin çıkarlarının Arap dünyasının çıkarlarından sonra geldiğini de görmüş olduk. Bakalım daha neler göreceğiz.
Olan şey aslında özetle şuydu: Türkiye, bölge ve hatta dünya siyasetinin selameti açısından gayet elzem olan bir diplomatik süreç başlattı ve başarılı oldu. Kudüs'ün statüsünü yeni bir kaos dalgasının başlangıcı kılacak bir karara uluslararası normlar ve BM kararları çerçevesinde karşı çıktı ve meseleyi uluslararasılaştırdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan Avrupalı liderler ve Papa dahil olmak üzere bir çok siyasi aktörle görüşerek diplomatik bir mobilizasyon başlattı. Bu çerçevede kullanılabilecek mekanizmaları da harekete geçirdi ve küresel ölçekte bir başarı elde etti. Ardından bu başarı hem Batı'da hem de İslam dünyasında kendi yankısını buldu.
Bu kazanımların devam ettirilebilmesi için var olan imkanların kullanılması ve gerektiğinde rehabilite edilmesi ile mümkün olacak. İİT'nin hantal yapısı ve üyeleri arasındaki derin çatlaklara rağmen Kudüs konusunda elde edilen başarı, hem meselenin hassasiyeti hem de olağanüstü bir çaba ile mümkün oldu.
Bundan sonra benzer kazanımların elde edilmesi için İİT ve benzeri teşkilatların daha etkili bir aktör haline gelmesi için çeşitli reformlara ihtiyaç duyduğu açık. Bu reformlar bazı ülkelerin dışlanması ya da pasifleştirilmesi bağlamında olmamalı. Kurumun daha efektif bir çalışma tarzına ve uygulanabilir kararlar alması hedefine yönelik olarak gerçekleştirilmelidir.