13'üncü asrın büyük metafizikçi düşünürü Sadreddin Konevi 'Her şey saliktir', yani her şey varlıkta taayyün ettiği başlangıç noktasından maksada doğru hareketle Allah'a varır dediğinde, birçok Müslüman için anlamlı bir söz söylememişti. Müslümanlar için seyr-ü sülûk çok özel bir terimdir: dinin genel kurallarının yanı sıra daha iyi bir ahlak kazanmak üzere özel bir yola (tarikat veya tarik ilellah) girenlerin yolculuğunu anlatmak üzere böyle bir tabir kullanılır. Bu özel anlamıyla seyr-ü sülûk Müslümanların bir kısmını ilgilendirirken öteki varlıkların bu özel ibadette yeri ne olabilir? Allah ve insan ilişkisini insanın yükümlülüğü (teklif) kavramına münhasır kılan Müslüman çoğunluk çevresindeki varlıklarla ilgilenmeyi dini hayatın parçası görmemiş, Allah'ın ulûhiyetini O'nun tekvinine üstün saymış, ulûhiyetin dışında Allah ve varlıkların irtibatını dini bir mesele saymamıştı. Buna mukabil sufiler Allah'ın âlem ile çok yönlü ilişkilerini fark etmiş olsa bile kullandıkları dil ve üslupları düşüncelerini dini düşüncenin kurucu parçası haline getirmemişti. Konevi Allah-alem irtibatını en geniş çerçeveye taşıyarak 'her şeyin bir maksada doğru' hareket ettiğini beyan ettiğinde, dini düşünceyi ileri ufuklarına taşımıştı: bütün varlığa şamil bir Allah-alem irtibatı ortaya koyarak tekil varlıklar ile Allah'ın irtibatını izah etmek dini düşüncenin temel meselesidir.
Mesnevi'ye Konevi'nin âleme baktığı gibi bakabilirsek 'sazlıktan kopartılan kamış' bize varlığın hikâyesini daha özel olarak da insanın hikâyesini anlatabilir. Sazlıktan kopan kamış –tıpkı başka her şey gibi- bir hikâyeye sahiptir: o da bir süreç içerisinde var olarak uzaklaştığı yerden aslına dönmenin özleminin ateşiyle 'pişer.' Var olmak uzaklaşmak demek iken insana mahsus ahlaki yetkinleşme süreci ise var olmanın ortaya çıkardığı yanılsama ve vehimleri aşarak aslı hatırlamak demektir. Ney bu 'pişme' süreçlerinden geçerken hasretini anlattı durdu. İnsanları türlü hallere gark ederken aslında o kendi hasretini anlatmıştı. İnsan da öyle! Yeryüzündeki tüm çabamız ve arayışımız 'o aslı' bulmak ve ona dönmek arzusundan kaynaklandı. Varlığa böyle bakabilmek her şeyin bir ayet olarak yorumlanmasını mümkün kılar. Kur'an-ı Kerim'de yaratılmış her şey bazen ayet bazen kelime olarak isimlendirilir. 'Allah'ın tükenmez kelimeleri' tabiri Müslümanların aşina olduğu bir ifadeyken bunun anlamı üzerinde yeterince düşünce üretmemişlerdir. Bunun nedeni varlıklar ile ilahi kelam arasındaki irtibatı unutmuş olmamızdır. Yaratılan her şey -ilahi söz ile yaratıldığı için- 'kelime' veya 'ayet' olarak isimlendirilir. 'Kelime' diye isimlendirilmesinin nedeni ile ayet diye isimlendirilmenin nedenleri kısmen ayrıdır: Kelime hakikate sahip olmak demek iken 'ayet' ise kendisini yaratana delil olmak demektir. Her şey Allah'ın yaratması sebebiyle bir hakikat sahibiyken O'nu gösterdiği için de ayettir. Müslüman düşünürlerin bir kısmı bir takım teolojik sorunları hesaba katarak ilahi kelamın dışında öteki varlıklara 'kelime' demeyi uygun görmedi. Onlar için kelime veya söz, ilahi kelamdır, o ise Kur'an-ı Kerim'den ibarettir! İlahi kelam ile yaratılmışların böyle tefrik edilmesi dini düşüncenin ciddi meselelerinden birisidir. Müslüman toplumda erken dönemlerden itibaren kendini gösteren 'din ilimleri' ile 'beden ilimleri' (ilmü'l-edyan ve ilmü'l-ebdan) ayrımının temelinde ilahi kelam ile ilahi tekvin arasındaki ayrım vardır.
'NEY'DEN DİNLEDİĞİMİZ KENDİ HİKÂYEMİZDİR!
Ney bize kendi serüvenini anlatır: sazlıktan kopartılan bir kamış vatanından ayrılmanın hasretiyle inlerken onu anlayabilecek 'parça parça olmuş' gönüller arar. Neyi gerçekte anlayabilecek olanlar, vatanından kopmuş olduğunu hatırlayanlardır. Onlar neyin hikâyesini ister mecaz ister hakikat olarak dinlesin, vakıa değişmiyor: her şey bir mebdeden varlık alanına düşüyor, daha sonra maksada doğru ilerleyerek yolculuğunu ikmal ediyor. Mebdeden uzaklaşırken ve tekrar maksada giderken her şey birbirinin aynıdır; bu nedenle kelime ve ayet olmak her şey için müşterek bir isimdir. Varlıklar arasındaki derecelenme mebde ile maksadın ayrışmasıyla gerçekleşir. Metafizikçi düşünürlere göre bu serüvende insan ilk var olan ve son yaratılan varlık türüdür. Bu nedenle her şeyi 'mebde ve mead' yolculuğunu anlatan bir 'ayet' olarak okuma imkânına sahiptir. Bazen neyden asıl vatana dönüşü öğrenirken bazen de gökyüzünde ayın yolculuğundan kendi hikâyesinin bir benzerini öğrenebilir: Önce cılız bir hilal doğar gökyüzünde! Yeni hilal tıpkı bir bebek gibi varlık ile yokluk arasındayken gökyüzünde zayıflıktan kuvvete doğru ilerler. En sonunda dolunay hale gelir. Hilalin dolunay hali kemal halidir; tıpkı insanın kemale ulaşması gibi! Her kemal zevalin habercisidir. Dolunay peyderpey eksilmeye başlayarak gökyüzünde kaybolur gider! Hilal halinden dolunay haline ve sonra batışına kadar ayın bu yolculuğu bize insanın yeryüzünde doğumundan batışına kadarki serüvenini anlatır.