Arama

Zekeriya Erdim
Kasım 1, 2017
Örneklerle, öykülerle eğitim

Bu günlerde, memnuniyetle müşahede ettiğimiz örnek, öncü bir uygulama; bize, kadim bir gerçeği ve geleneği hatırlattı. Devlet'in Başkan'ı, Cumhur'un Reis'i olan zat-ı muhterem; temel insani ve İslâmi değerlerin ihyası açısından, toplum nezdinde çok anlamlı bir jest yaptı.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı münasebetiyle, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde verilen resepsiyona; Zonguldak Kilimli'de, iş elbiseleriyle bindikleri boş otobüste "koltuklar kirlenmesin" diye ayakta seyahat eden maden işçileri ile Rize'nin bir köyünde, doğum yapan keçiyi okul çantasıyla yavrusunu da köpeğinin heybesiyle taşıyan 12 yaşındaki kız çocuğu da davet edildiler. Ayrıca, bu özel programa; Çorum'da, yetim kalan özürlü yeğenine 40 yıldır tek başına bakan teyze ile Muş'ta, toprağa gömülü patlıcanların yerlerini tespit etmek için drone tasarlayan ortaokul öğrencisi de aileleriyle birlikte katıldılar.

Gazetelerde; "İyi İnsanlar Beş Tepe'de" gibi manşetlerle haber oldu. TV programlarında; hem "örnek olma" hem de "örnek alma" özelliği taşıyan buluşmanın detayları üzerinde duruldu.

Şüphesiz; herkes bulunduğu yerden, kendi açısına göre baktı. Bizim hafıza kayıtlarımızdan, hatıra arşivlerimizden ise; "örneklerle, öykülerle eğitim" çıktı.

OCAKBAŞI, KÖY ODASI DERSLERİ

Akıllı telefonun, internetin, radyonun, televizyonun, gazetenin, derginin, hatta kitabın bile bulunmadığı çocukluk yıllarımızda; bizi cezbeden ve keyifli bir şekilde içine doğru çeken iki eğlencemiz vardı. Aklımız hep onlarda kalır; ruhumuz, oralardan aldığımız ilhamlarla kuşlar gibi uçardı.

Biri, ninelerimizin ocakbaşlarında anlattıkları masallar; diğeri dedelerimizin köy odalarında, dizi filmler gibi bölüm bölüm aktardıkları hikâyeler. Küçücük dünyamızı, sınırsız denebilecek derecede büyütüp genişleterek; bize görmediğimiz, bilmediğimiz yerlerden nice iyi örnekler ve öyküler getiren kapılar, pencereler.

Radyonun köylere kadar ulaştığı günlerde; buna bir de "arkası yarın" programları eklendi. Bir sonraki bölümle ilgili tahminler, tahayyüller; gece gündüz ortak gündemlerimiz haline geldi.

Bir kıssadan bin hisse çıkardığımız zamanlar oluyordu. Öykündüğümüz, özendiğimiz kahramanlar; gündüzleri hayallerimizde yaşıyor, geceleri rüyalarımıza giriyordu.

Yıllar sonra, evlenip anne-baba olduğumuzda; biz de çocuklarımıza, masallar ve hikâyeler üzerinden mesajlar vermeye çalıştık. Kazandırmak istediğimiz duyguları, düşünceleri, davranışları kahramanların şahıslarında temsil edip dile getirerek; hiç zorlanmadan, umduğumuzdan daha iyi sonuçlara ulaştık.

DOĞU HİKÂYELERİYLE TERAPİ

Bizim kültür ve medeniyet tarihimizde; yeni nesillerin gündemine getirip, "işte böyle" diyebileceğimiz nice örnekler ve öyküler var. Keloğlan, Binbir Gece masalları; Dede Korkut, Kelile ve Dimne, Bostan ve Gülistan, Mesnevi hikâyeleri; Oğuz Kaan, Ergenekon, Battal Gazi, Köroğlu destanları; tasavvuf geleneğinin yazılı ve sözlü kaynaklarında yer alan evliya menkıbeleri; geçmişten geleceğe intikal eden değerli miraslar olarak, nesilden nesile aktarılıyorlar.

Ayrıca, kesin belge ve bilgilerle tespit ve tescil edilmiş şanlı tarihimiz; sıra dışı örnekler ve öyküler bakımından, hiçbir millete nasip olmayacak kadar zengin bir değerler hazinesi. Kişilerin, kurumların, olayların, durumların her birisi; içtikçe içimizi ferahlatan ibretler, iftiharlar çeşmesi.

Bu bilgelik dolu birikimin farkına varanlardan biri; 1933 yılında İran'da doğup, 1954 yılından itibaren Almanya'da yaşayan, ayrıca İsviçre'de ve Amerika'da psikoterapi eğitimi alan Nossrat Peseschkian olmuş. Hastalarını ilaçlarla değil, hikâyelerle tedavi eden bir metot bulmuş.

Kullandığı malzemeler, materyaller; Mevlana'nın Mesnevi'sinden ve Şirazi'nin Bostan ve Gülistan'ından seçtiği hikâyeler. Modelinin adı, "Doğu Hikâyeleriyle Psikoterapi"; elde ettiği sonuç, hiçbir ilaç kullanmadan ve herhangi bir yan tesire maruz kalmadan etkin tedaviler.

Şimdi; masalcı ninelerimizle hikâyeci dedelerimizi hayırla yâd etmeyelim de ne yapalım? Kişisel, kurumsal, toplumsal sorunlarımıza çözüm ararken; hangi kültürün ve medeniyetin arşivlerine, ardiyelerine bakalım?

Hele hele, Batı toplumlarının kendi ürettikleri değerleri bile çiğneyip yutarak batmaya başladıkları bir dünyada; kaybettiğimiz değerleri geri kazanarak, kendi zeminimizde yeni değerler üretmekten başka çıkış yolumuz mu var? Azınlığın ağa keyfi için çoğunluğu köleleştiren, gittiği her yere kan ve ateş götüren bir medeniyetten; dünyaya huzur ve güven iklimi getirecek bir güneş mi doğar?

DÜŞTÜĞÜMÜZ YERDEN KALKALIM

Artık başkalarına öykünme ve özenme hastalığından kurtulup; asırlardır bize biçilen, dikilen, giydirilen esaret elbiselerinin dışına çıkalım. Kendi kimliğimizi, kişiliğimizi kuşanıp; düştüğümüz yerden ayağa kalkalım.

Bilelim, inanalım, güvenelim ki; bizim toplumsal müktesebatımız içinde bulunan değerler, bütün dünyaya ve insanlık âlemine yeter. Eski örneklerimizin ve öykülerimizin şifrelerini çözebilir, yeni ve yerli kahramanlarımızın destanlarını yazabilirsek; tohum attığımız her toprakta, bire yedi yüz ekin biter.

Alıcı gözüyle baktığımızda; önümüzde, direnen ve dirilen bir Türkiye var. Sorumluluklarımızı kuşanıp sefere çıktığımızda; içeride ve dışarıda, ümide ve güvene, barışa ve huzura hasret milyonlar, kollarını ardına kadar açmış bizi bekliyorlar.

Haydin, çorak gönüllere taze ve temiz su götürelim. İyi örnekleri ve öyküleri çoğaltıp; kötüleri ve kötülükleri bitirelim.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN